Yağmurlar eskisi gibi yağmaz mı ?

Bir işim gereği birkaç gün önce vilayetimiz Şırnak şehrine gittim. Arabanın ön sağ koltuğunda oturuyordum. Arabamız İdil’den çıkınca yolun sağındaki ve solundaki refüjlere bir çevre dostu gözüyle hep baktım, inceledim. Maalesef güzergah boyunca o yolda yolculuk yapan insanlar (istisnalar kaideyi bozmaz) yolculukları boyunca içtikleri suyun plastiğini, yedikleri gıdanın aparatını, ellerini sildikleri peçete veya ıslak mendilini, çöplerini koydukları naylonları, sigaralarının izmaritini ve boşalan sigara paketini yolun her iki tarafına da gelişi güzel atmışlar. İdil’den Şırnak merkeze kadar sağlı sollu çeşit çeşit naylonlar, boş pet şişeler ve enva i çeşit çöplerle doluydu. Tabi ki bir vatandaş olarak çok üzüldüm. Bu plastiklerin doğamıza verdikleri zararı düşündükçe dahada üzüldüm.

Biraz çocukluğuma gittim. Bu kimyasal içeren naylon ve poşetlerin olmadığı bir çocukluğumuz vardı. Çok iyi hatırlıyorum evden okula giderken, veya okuldan eve gelirken tertemiz naylonsuz, plastiksiz bir yol yürüyorduk. Çocukluğumuzda dört mevsimi de mevsimin gereğine göre eksiksiz yaşıyorduk. Kışın üç ayında karlar eksik olmazdı. Baharda yağmurlar doğaya bir armağan gibi aralıksız yağardı. Diğer mevsimler aynı minvalde. Hangi mevsimde ne gerekiyorsa o oluyordu.

Babamla beraber bağlara giderdim. O çift sürerdi öküzleriyle. Aylardan nisanın başları. Bağımız köyün bir yamacına kurulu idi. Babam çift sürerken ben o yamacın oyukların da ağzına kadar kar dolu yere giderdim. O tertemiz kardan yanımda götürdüğüm bakır kabını ağzına kadar doldururdum. Eve gittiğimizde akşam annem o karı bir tepsiye boşaltırdı ve üzerine mazrone pekmezini serperdi. Her birimiz elimize aldığımız kaşıklarla o pekmezli karı afiyetle yerdik. Yağmurlar aralıksız yağdığı halde bağımızın yanındaki yamacın karı nisan ayı sonlarına kadar tükenmezdi. Bu karların bereketiyle ekinlerdeki başaklar bire kırk verirdi. Bağlardaki üzümlerimiz bereketlenirdi. Pekmezin yanı sıra o üzümlerden çeşitli tatlılar yapardı annelerimiz. Bu tatlılar kış boyu evlerde ki sofraları süslerdi.

Köyümüzün orta yerinde bulunan tarihi çeşmesi sonbaharların sonundan itibaren suyunu akıtırdı ta mayıs ayının sonlarına kadar. Cömertçe, eksiltmeden. Bahar aylarında çeşitleri sayamayacak derecede göçmen kuşları gelirdi köyün bağlarına, memleketin bozkırına. Yerde, kayaların altında, ağaçların üstünde, asmaların dallarında yuva kurarlardı. Yavrularını büyütürdü bahar aylarında ve tekrar giderdi başka beldelere, başka memleketlere. Kışın veya bahar aylarında köyün bozkırına çıkardık. Taştan taşa atlarken bastığımız taşın altından üstümüze, yüzümüze su fışkırırdı. Toprak ana suya doymuş olurdu her daim.

Peki şimdi ne durumdayız. Halı hazırda mevsimlerimiz nasıl geçiyor, nasıldır. Gök yüzü eskiden olduğu gibi şimdide o cömertliğini bizlere sunuyor mu? Kışın herhangi bir ayında biraz kar yağsın diye hep gökyüzüne bakar dururuz. Ya az yağar veya hiç yağmaz. O eski baharda yağan yağmurlara hasret kaldık. O göçmen kuşlar bile bizi terk etti. Bağlarda ki üzüm bereketi diye bir şey kalamadı. Doğada oluşturduğumuz tahribat bu bereketlerin hepsinin kesilmesine sebep oldu kanaatındayım. Dört bir yanımız beton oldu. Evler beton, yollar beton, avlular beton. Israrla betonlaşma devam etmektedir. O güzelim bahçeli evlerimizi yıktık bahçeyle beraber beton bloklar yükselttik. O bahçelerimizde ki oksijen deposu vazifesini gören ağaçlara gözlerimizi kırpmadan kıydık, kestik ve yerini betonla doldurduk. Torağımızı betona haps ettik.

Yağmurlar eskisi gibi yağmaz mı? Çok üzücü ama sanki yağmur ve kar artık eskisi gibi yağmaz! Yıllardır hemen hemen görmüyoruz o eski kar ve yağmurları. Maalesef biz doğamıza çok yanlış yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Bu yanlış yarın öbür gün insan hayatını his edilir derecede olumsuz etkileyecek.

Köyümün çeşmesi bu yıl bir gün dahi suyunu akıtmadı. Köyün etrafında ki hiçbir pınardan su akmadı. Halbuki su hayattır. Bu hayat canlılar içinde, toprak içinde elzemdir, gereklidir. Lakin her şeye rağmen Allah’tan umut kesilmez diyelim.

YORUM EKLE