Sevgili Dostlar..!
Bu yazımda sizlere televizyonun İdil’e ilk gelişi ile ilgili bilgiler ve bununla ilgili anılarımı paylaşmak istiyorum.
Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, eskiden İdil’de sinema vardı. Lahdo Sağur isimli bir Süryani İdil’li tarafından işletiliyordu. Sinemaya kaçak yollardan girmek için neler yaptığımızı daha önce yazmıştım.
Malum biz Kürtlerin genlerinde kaçakçılık vardır. Kaçak çay, kaçak elektrik, kaçak su, kaçak sigara ve de kaçak aşk… Kısacası kaçakçı bir milletiz, vesselam.
İşte televizyon İdil’e ilk geldiğinde de yine kaçak yollardan seyretme çabalarımız vardı. Şöyle ki: Bizim, yani Yukarı Mahalle’ye ilk olarak bir subay veya astsubay televizyonu getirmişti. Bu şahıs rahmetli Seyyid Abdullah Şığva’nın (Yusuf Şığva’nın babası, Ömer Şığva’nın amcası) kiracısıydı.
O zaman televizyon belirli saatlerde yayın yapardı. İstiklal Marşı ile açılır, gece yarısından sonra yine istiklal marşı ile kapanırdı. Mardin’deki eniştemiz kendi odasında bile televizyonun açılış veya kapanışında okunan İstiklal Marşı nedeniyle ayağa kalkıp, hazır ol vaziyette dururdu.
Yanılmıyorsam yıl 1974’tü. Çünkü o yıllar Kıbrıs Savaşı vardı. Bu subay İdil’e getirdiği televizyonunu, yazın sıcak akşamlarında pencereye koyar, dışarıda oturup, izlerdi. Tabi biz çocuklar da çeşitli sokaklardan oraya toplanır, yine kaçak izlemeye çalışırdık. Ara sıra subay ayağa kalkar, bizleri kovalar, bizlerin her biri bir sokak arasında kaybolur, sonra yine toplanırdık.
Yine böyle bir gece, bu subayın bizi kovduğunu, çarşıdan eve dönen babam görmüş. Üzüntüden sabaha kadar sigara içmiş. Sabah ilk iş Cizre’ye gitmiş ve bizlere televizyon almış.
Tabi o zaman televizyonun siyah-beyaz olduğunu söylemeye gerek yok. Şöyle davul kadar büyüktü. Antenin çok yüksek olması lazımdı. Regulatör ve yükseltici diye iki cihaz vardı. Babam bir usta getirtti. Adam antenimizi normal kalınlıkta bir laylon ip ile bağladı. Fakat Arap kanallarından başka bir şey çekmiyordu. Örneğin, Irak televizyonunda Saddam Hüseyin’den önceki Devlet Başkanı Ahmet Hasan Bekir hakkında yayınlar yapılırdı. Suriye’de Beşşar’dan önce, babası Hafız Esad vardı.
Biliyorsunuz İdil’de ara sıra bablisok (hava hortumu) olurdu. Antenimizi kurduğumuzun üzerinden üç-beş gün geçmeden, böyle bir bablisok oldu. Aman Allah’ım. Anten sallanmaya başladı. Tabi bizler “Allah, Allah” sesleri arasında antene bakıyoruz. “Ma çi Allah Allah.” Bizim anten güm diye yere düştü, kırıldı.
Sonra babam bir başka usta getirdi. Bu kez sarma tel ile bağladılar. Çok yüksek bir direğe bağladılar. Yani bizim anten İdil minaresi ile yarışır hale gelmişti. Artık TRT çekiyordu. Çizgi filmi “Ağaçkakan”, dizi film “Zengin ve Yoksul”, ajans dediğimiz haberler vs. bunlar bizim hayatımıza girdi.
Tabi hayatımıza giren başka şeyler de oldu. Bizim ev her gece dolup, taşıyordu. En önde biz çocuklar, çizgi film bekliyorduk. Arkada yetişkinler vardı. Onlar da ajans bekliyordu. Zavallı kadınlar orda burda hayretler içinde televizyon izliyorlardı. Hiç unutmam, rahmetli Şiroya Gurî gelmişti bize. Televizyona “Gavur işi” diyordu.
Tabi televizyon sahibi biri çocuk olarak, dışarıda arkadaşlar arsında forsumuz binbeşyüz. Herkes akşam sana geleceği için gündüzden bir izzet, bir ikram. Biz de artık kendimizi ağırdan satmaya çalışıyoruz. Tabi bu arada bizim Lahdo’nun sinema işi aksamaya başladı. Zaten bir süre sonra sinema kapandı. Onun çocukları İdil’de bir video salonu açtılar.
Tabi o yıllar haftada bir gün Türk Filmi vardı. Her ne hikmetse şu Yeşilçam’ın; “Nayır, nolamaz, naldattın beni Nalan” filmleri bize çok güzel gelirdi. Film gece geç saatlerde başlar, başlamadan önce iki kişi film hakkında konuşurlardı. Yanılmıyorsam film öncesi programın ismi “Bir Konu Bir Konuk” idi. Zaten bu konuşma bitmek bilmezdi. Gece geç saatlerde başlayan film nedeniyle misafirlerle birlikte uykusuz bir güne başlardık.
Gün geldi dedem Muhittin ÖZMEN vefat etti. (Allah sizlerin ve bizlerin ölülerine rahmet etsin.) O yıllar bir vefattan sonra ortalama bir ay televizyon yas nedeniyle kapalı kalırdı. Ta ki bir komşu gelip, televizyonu açana kadar.
Benim dedemin vefat ettiği haftanın Türk filmini izlememiz gerekiyordu. Peki nasıl izleyecektik? O sıralar İdil’de televizyon sayısı bir elin parmakları kadardı. Bizim arkadaşlardan Muharrem KARA’nın evinde de televizyon vardı. Muharrem bizlere; “Bu akşam bize gelin, filmi izleriz” dedi. Hatırladığım kadarıyla yanımızda Lokman KARASU ve birkaç arkadaşla oraya gittik. Muharrem’in kardeşi Zekeriya da vardı.
Bizler televizyonu açıp, Türk filmi bekleme moduna geçtik. Derken babaları Rahmetli Molla Ramazan içeri girdi. Her birimize teker teker “Sen kimin oğlusun” diye sordu. Lokman; “Ben Abdulah Behlo’nun oğluyum” dedi. Ben de; “Ben Hemedê Tahsildar’ın oğluyum.”dedim. Babamın ismini söyleyince; “Oğlum, Zekeriya televizyonu kapat” dedi. Zekeriya ve Muharrem her ne kadar itiraz ettilerse de pek kâr etmedi. Biz de pis pisine eve döndük.
Meğerse Molla Ramazan dedemin vefatı nedeniyle, bizim yasımıza ortak olma derdiyle televizyonu kapattırmış. Koca Seyda benim gibi bir çocuğun taziyesine saygı gösteriyormuş da bizim haberimiz yokmuş. Neyse o gece filmi izleyemedik.
Tabi o zaman söylenen şeylerden biri de “Haber spikerlerinin her hata yapışlarında maaşlarından kesinti yapıldığı” idi. Yani haber okuyan sunucu kelime hatası yapsa idi, bize göre maaşından para kesilirdi.
Bir de Televizyonun kesinlikle ıslanmaması gerektiği kanaati vardı. Hatta Türkan Şaroy’ı çok seven bir teyze, televizyondan onu öpmeye çalışınca, televizyon patlamış diye bir söylentiye de inanırdık.
Neyse bu kadar yeter. Yanılmıyorsam herkesin benim gibi televizyon ile ilgili anıları vardır. Sizlerle paylaşmak istedim.
Kalın sağılacakla.
Saygılar Emin abi!
Hafıza ve kaleminize sağlık, bizi derin tarihlere ve zevkli mekanda/İdilde yaşadığımîz anılara, anlara sürüklediniz? Zevk ve her anı heyecan dolu bir nostalji; ilk televisyonlar, sinema ve video, plak, kaset, disk, mp3, ve şu anki lep-toplar, tabletler ve akıllı cihazlar ve daha neler, neler.....
Hey gidi dınyaye!.. Bir tarih yaşamış yöre halkımız ve bilakis güzelim İdilli cabbarlar!
Selamlar.