OKUL ANILARI-3
Değerli dostlar..!
Sanki biraz ara verdik. Bazı meşguliyetler yazı yazmamıza veya sanal âlemi ihmal etmemize vesile oluyor. Fakat kaldığımız yerden devam edebiliriz.
Ortaokul yıllarından bahsediyorduk. Bu yıllarımızda öne çıkarabileceğimiz en önemli özelliğimiz, herhalde matraklığımızdı. Öyle ki öğretmenlerimiz için büyük bir sorun olmuştuk. Biraz organize yaramazlık yaptığımız için, öğretmenlerimiz bizlerle baş edemiyorlardı.
Örneğin sınıfımızdan sürekli bir uğultu gelirdi. Çıkardığımız uğultu nedeniyle peyderpey nöbetçi öğretmen kapımızı açar, sınıfı susturmaya çalışırdı. O girdiğinde sınıftan çıt çıkmazdı. Fakat kapıyı kapatır kapatmaz, bizler organizeli bir şekilde “Uuuuuu” diye bir ses çıkartırdık. Öğretmen tekrar kapıyı açtığında, yine çıt yok. Bu şekilde mütemadiyen nöbetçi öğretmeni rahatsız ederdik.
Sonra, sınıfımızda İsmet Ece diye bir arkadaşımız vardı. Kendisini Allah rahmet eylesin. Yanılmıyorsam 40’lı yaşlarda vefat etti. Bu arkadaşımızın kulakları biraz büyükçe idi. Biz böylelerine Kürtçe’de “Çekal” diyorduk. Eğer bu arkadaşımız bizlere hakkını helal etmeden vefat ettiyse, Valla bizim sınıftakilerin ahirette hali haraptır. Çünkü yine organizeli bir şekilde, yani sınıfça tempolu bir şekilde kendisi ile “Çekal, çekal, çekal” diye alay ederdik. Rahmetli İsmet ağlar-mağlar, bazen de bizleri şikâyete giderdi. Bir seferinde yine böyle tempo tutturduk. Bizim İsmet ayağa kalkıp; “Hepimize küfürler ede ede” idareye şikâyete gitti. Fakat işin garibi sınıftan çıkarken kapıyı çaldı. Bu da ayrıca gülüşmelerimize sebebiyet verdi.
Tabi bir de sigara denilen bir zıkkım da vardı hayatımızda. Ben içmiyordum ama yaşça bizden büyük olup da sigara içen abi/arkadaşlarımız vardı. Bunlar okulun arkasına geçer, orada içerlerdi. Öğretmenlerimizin en büyük mücadelesi sigara ile idi. Fakat biraz çelişkili bir durum söz konusuydu. Çünkü bize sigara içmeyin diyen öğretmenlerimiz de içiyordu.
Bazen sınıflarımıza baskınlar olur, öğretmenlerimiz sigara ve çakmak araması yaparlardı. Serdar Selçuk Kukul isimli öğretmenimiz, Yusuf Konutgan’da bir çakmak buldu ve “Oğlum sende çakmak olduğuna göre sigara da vardır” dedi. Yusuf “Yok” diye cevap verdi. Arkadaşımızın iki eli başının üzerindeydi. Yani aranması için pozisyon almıştı. Cepleri, paçaları, gömleği, ceketi ne varsa aranmasına rağmen, bir türlü sigara bulunamadı. Ama bizim öğretmenin de işin peşini bırakacağı yoktu. Uzun süre uğraşmasına rağmen sigara bulunmadı. Artık öğretmen sinirleniyordu. En sonunda Yusuf’a ellerini kaldır dedi. Meğerse bizim Yusuf sigara paketini almış, başının üzerinde kavuşturduğu ellerinin altına saklamıştı.
İşi biraz abartan arkadaşlarımız da vardı. Örneğin şu an İdil’de simsarlık yapan Ahmet Diri, sigarayı sınıfta içenlerdendi. Masum Sönmeztürk, yani müdür yardımcımız onu bu halde görünce, kendisine okkalı bir sille vurdu. Ağzından sigaranın dumanı çıkmasın diye bir şey söyleyemeyen Ahmet, dışarda öğretmeni dövme kararı aldı. Eve gidip, ceketinin koluna bir sopa saklayıp çarşıya geldi. Masum hocayı beklemeye başladı. Akrabaları devreye girdi de Ahmet’e engel oldular. Yoksa üzücü bir olay yaşanabilirdi.
Bir de dayakçı öğretmenler meselesi vardı. Olur olmaz bizi tokatlıyorlardı. Bir soru sorulduğunda, cevaplamaya korkuyorduk. Yanlışın cezası tokattı. Şahsen ölçülü olduğu takdirde, eğitimde cezanın payına inananlardan olsam dahi, bu öğretmenin yaptığı insani değildi. Öyle ki onun dersinde çıt çıkmaz ama endişeli bekleyişimizden dolayı pek bir şey de öğrenmezdik. Sürekli dayak yeme psikolojisi bizi yiyip, bitiriyordu.
Meğer bizden yaşça büyük arkadaşlarımız bir eylem kararı almışlar. Eğer bir daha öğretmen bizlerden birini dövecek olursa, bütün sınıf öğretmene saldıracaklardı. Ders başladı. Tabi bu öğretmenin dersi dayaksız geçmezdi. Öğretmen aynı şekilde şiddete başvurunca, sınıfımızdan İbrahim Bulduk ve Hamit Şavur başta olmak üzere bir grup öğrenci, öğretmenin üzerine çullandılar. Tabi organizeli olan bu işten en çok bu iki arkadaşımız zarar gördü. Çünkü disiplin cezası aldılar. Tam hatırlamamakla birlikte, yanılmıyorsam okuldan uzaklaştırıldılar.
Bir de sınıfın kıdemli yaramazlarından Emin Savaş vardı. O da “Emin Savaş her kiş kiş” ile hafızalarımıza kazındı. Bizim ders saatinde, okulun karşısındaki evlerden birinde, çocuğun biri dama çıkar, tip tip hareketler yapardı. Masum Hoca onu bu şekilde görünce, bizim Emin’e; “Emin Savaş her kiş kiş” diye talimat verdi. Yani çocuğu yakala dedi. Bir de baktık Emin dama tırmanıyor. Ancak çocuk bunu fark edince kaçtı, kurtuldu.
İngilizce dersimiz de bir âlemdi. Sınıfta Belgin Ihlamur diye bir subay kızı vardı. W harfi ile yeni tanıştığında, harfin telaffuzuna kafayı takmıştı. Neymiş efendim “Dabl V” diye bir isim mi olurmuş.
Müslümanlar Kürtçe, Süryaniler de Arapça konuşurdu. Ancak Müslüman olduğu halde Arapça konuşmasını bilenlerimizden biri Nuri Aslan’dı. Bu arkadaşımız da “There” sözcüğüne saatlerce gülmüştü. Meğer Arapçada tuvalet anlamına geliyormuş. Aslında Arapçadaki tuvalet anlamına gelen kelime “Thara”dır. Ama bizimkiler “There”yi “Thara” olarak okuyup, katıla katıla gülüyordular.
Bir de Müzik dersimiz biraz değişik geçerdi. Öğretmen; “Kim bir türkü okur?” diye bir teklifte bulununca, bizim arkadaşlardan bazıları; “Kürtçe okusak olur mu?” diye öneride bulunurlardı. O da genellikle “Olmaz, yasak” derdi. Bir gün ben; “Peki öğretmenim, yarısı Türkçe yarısı Kürtçe olur mu?” diye sordum. Öğretmen bana şöyle bir baktı. Biraz endişeliydi ama merak ediyordu: “Nasıl yani, yarısı Türkçe, yarısı Kürtçe” dedi. Ben “Basbayağı” dedim. “Ulen oku bakayım neymiş bu Türkü” deyince, sonunda iyi bir alkış alacağım Türküyü okumaya başladım:
Aslında benim sesim pek güzel değildi. Ama sınıfta sesi güzel olanlarımız vardı. Örneğin Aslan Toğan’ın sesi güzeldi ve “Urfa’nın Etrafı” türküsünü çok güzel okurdu.
Ogünler çok guzel hatırliyorum
harika günlerdi ogünler