ÜÇ BÜYÜK ALİM
O Kadar Ki Bazı Kıtlık Dönemlerinde Evde Yiyecek Hiçbir Şey Bulunmaz. Ama Yine De Faka Boş Gönderilmez. Bir Ekmek Verir Ve Ekmeğin Orta Boşluğuna Bir Baş Soğan Konulup Faka Medresesine Geri Gönderilir.
Tarih boyunca Botan ve Mezopotamya Coğrafyasında en zor şart ve zamanlarda dahi ilim tedrisatı sekteye uğratılmamış. Ekmeğin hemen hemen olmadığı, çatısının altında kalacak yerlerinin çok az ve dar olduğu, içinde ısınacak yatak ve yorganın dahi bulunmadığı veya çok az bulunduğu zamanlarda dahi bu bahse konu olan ilim tedrisatı bölgenin medreselerinde devam edegelmiş. İşte böyle bir atmosferde dahi; Botan ve Mezopotamya topraklarında medrese eğitimleri Faka-Müderris tedrisatları hemen hemen hiç tatil edilmemiş.
Bu bahse konu coğrafyadaki köylerin çoğunda Dini Arapça tedrisatı yapılırdı. Bu ilim tedrisatını Müderris olan Alim Medresesine almış olduğu Faka diye isimlendirilen talebelerine sıra kitaplarını okutur. Bu öğrencilik süresi icazet alınıncaya kadar devam ederdi. Fakaların yeme, içme ve barınma ihtiyaçlarının hepsi medresenin bulunduğu şehir, belde veya köylerdeki halk tarafından karşılanırdı. Bu coğrafyanın insanları tarih boyunca ilme, ilim ehline, ilmi yayana, ilmi verene ve alana çok kıymet vermişlerdir. Öyle ki bu ilim tahsil eden Fakalara ratıb adı altında her hane günde iki öğün ratıb yemeğini veriyorlardı. Faka; yemeğini üstlenen evin avlu kapısına gider sırtını döner elindeki bakır tabağı evdeki insanların işitebileceği bir şekilde iki defa avlu duvarındaki bir taşa vurur. Sesi işiten ev sakinlerinden biri gelir Fakanın elindeki tabağı alır; o gün evde pişirilen yemekten tabağını doldurur ve üstüne de bir ekmek koyar Fakaya geri verirdi.
O kadar ki bazı kıtlık dönemlerinde evde yiyecek hiçbir şey bulunmaz ama yine de Faka boş gönderilmez. Bir ekmek verir ve ekmeğin orta boşluğuna bir baş soğan konulup Faka Medresesine geri gönderilirdi.
Faka almış olduğu ratıbı hücre tabir edilen odaya götürür ve uygun bir yere bırakır. Talip Faka götürülen yemeklerin tümünü Fakalara eşit bir şekilde dağıtırdı.
İşte böyle bir zamanda ilmi her daim zirvede tutanlardan üç dahi Alimden bahs edeceğiz. Bu Kutup mesabesindeki üç Alimden biri Şeyh Muhammed Said Seyda El Cezeri. 1889 (H.1309) senesinde Cizre’de doğmuş, 1968 (H.1387) Cizre’de vefat etmiş Nakşibendi Tarikatının Halidiye kolunun Şeyhidir. İkincisi Şeyh Hüseyin Sisemi (Seyda Molla Hüseyin Sisemi)’dir.1923 (H.1341) yılında Siirt İl’i Pervari İlçesi’ne bağlı Dolusalkım (Meytis) köyünde doğmuş ve 103 yaşında vefat etmiştir. Şeyh Hüseyin Sisemi Şeyh Halid Hazretlerinin Halifesidir. Üçüncü Alim Molla Abdullah Bilge El Firfeli: 1907 yılında İdil İlçesine bağlı Duru (Danér) Köyünde doğmuştur. Ömrünün büyük bir kısmını Fırfele Köyünde Müderrislik yaparak geçirdiği için Molla Abdullahé Firfeli diye adlandırılır. 1995 yılında Nusaybin İlçesinde vefat etmiştir. Molla Abdullah Bilge Şeyh Seyda El Cezeri Hazretlerinin Halifesidir.
Bu üç güzide Alim; ömürleri boyunca müderrislik yapmış. Yüzlerce, binlerce Fakaya ders vermiş. Bu Fakaları ilmin zirvesine taşımış. Fakalar Ülke sınırları içinde ve diğer İslam Coğrafyasına dağılmış ve irşat vazifesini üstlenmişlerdir. Bu üç Alim aşiretler arasında vuku bulan büyük anlaşmazlıkları sühuletle çözmüş. Büyük fitnelerin önüne set olmuş. İlmin yanı sıra birer barış elçisi vazifesini de omuzlamışlardı.
Kıtlık yıllarında (1940’lar öncesi ve sonrası) maalesef bölgemizde geçici de olsa bir çok medrese kapatılmış. İşte bu zamanlara denk gelen bir yılda Molla Abdullah Fırfeli diyor ki: Medresemdeki hücremde oturuyordum. Firfele Köyü’nün ileri gelenlerinden birisi yanıma gelerek büyük bir mahcubiyet içerisinde dedi ki: ‘Seyda Köylüler namına geldim. Artık gücümüz, takatımız bu Fakaları beslemeye yetmiyor. Bu sene medreseyi kapatırsan bizde bir nebze soluk alsak; ne dersiniz efendim?’ dedikten sonra ben epeyce sustum. Sonra adama dönerek dedim ki:
Bre adam sen bana, ‘Medreseni kapat.’ Diyorsun. ‘Fakaları besleyecek gücümüz kalmadı.’ Diyorsun. Ben bu İlim tedrisatını nasıl yarıda bırakır ve hangi mazeretle Fakalarıma herkes evine gitsin derim! Peki tamam madem siz Köylüler böyle düşünüyorsunuz., böyle bir karar almışsınız; ben de onlarla beraber köyü terk edeceğim! Bir daha da asla Fırfele Köyü’ne dönmeyeceğim!
Köyü temsilen gelen kişi benden özür diledi. Bir şekilde beni ikna ettikten sonra yanımdan ayrılarak evine gitti. Böylece kıtlığın en şiddetli olduğu bu dönemlerde dahi Medresemi kapatmadım. Aradan günler , aylar geçti yine medresemin hücresinde bir kitabı mütalaa ederken Talip Fakam kapıyı çaldı. İçeri girmesini söyledim. Geldi dedi ki Seyda Hüseyin adında bir genç gelmiş diyor ki Seyda’nıza Şeyh Seyda Hazretlerinden bir mektup getirmişim. Şeyhim Şeyh Seyda’nın ismini işitince hemen içeri almalarını söyledim. Hüseyin içeri girdi ve adabı muaşeretten sonra o kıymetli mektubu bana uzattı. Ayağa kalktım Şeyhimin mektubunu ayakta aldım. İtina ile katlanmış olan mektubu itina ile açtım! ‘ Molla Abdullah: Bu mektubu getiren gencin içinde Fakalık yapmış olduğu medrese kıtlıktan dolayı kapatılmıştır. Senin medresenin açık olduğunu biliyorum. Bu genci medresene al. Lakin çok zeki bir Fakadır. İleride İslam Alemine büyük katkıları olacak kanaatındayım. İmza: Muhammed Said Seyda El Cezeri’ Beli, beli Şeyhim dedim. Malum olmak üzere tüm Botan Coğrafyasında ilim tedrisatı yapan ve barış elçisi olan Şeyh Hüseyin Sisemi olarak nam saldı o kıymetli genç.
İlginç ve ibret alıcı bir detay! Köylü daha önceden karar almış medresedeki Fakaları artık besleyemeyiz diyorlar. Seyda Molla Abdullah durumun çok vahim olduğunu, köylülerin çok zor şartlar altında bu kararı aldıklarını bildiği halde şiddetle o karara karşı koyuyor ve köylüler almış oldukları karardan vaz geçiyor! Her tarafta kıtlıktan dolayı medreselerin kapalı olduğunu bilen Şeyh Seyda El Cezeri ileride büyük bir Şeyh ve Müderris olacak bu genci Molla Abdullah’a gönderiyor ve tedrisatını Molla Abdullah’ın yanında, medresesinde sürdürmesini istiyor. Ve Şeyh Seyda El Cezeri’nin zaman içerisinde tüm dedikleri tek tek gerçekleşiyor. Keramet içinde keramet..