İdil’de müzikle uğraşan,bir arkadaş topluluğu idik. Dün gibi aklımda.O dönem çocuk sayılmayacak bir yaştayım artık. Hafızam iyi…Net hatırlıyorum. Koronun çoğu, İdile yerleşen, Cizre’li Kürt ailelerin çocukları idi. Beraber araştırma ve geliştirme yapıyorduk. Beraber geziyorduk, top oynuyorduk, eğleniyorduk, büyüyorduk, birlikte şarkı, türkü söylüyorduk. Etnik yapımız önemli olmadan sokağımızda yaşıyorduk. Çok renkli bir dünyamız vardı. Mutluyduk.Ayrımız gayrımız yoktu.İdil Sağlık Ocağına atanan ilk Doktor Hakkı Güler saz çalan, sesi güzel olanları bir araya getirerek ilk müzik korosunu kurarak ilklere imza atıyordu.
Bajarililerin çoğu Süryanilerin evlerinde cuzi bir fiyatta kirada oturuyorlardı. Komşuluk sohbetlerin tadı başkaydı. Babalarımız babalarıyla Kürtçe konuşuyordu, güncel konularda sohbet yapıyorlardı, yıldızlı yaz gecelerinde tavşan kanı çay içiyorlardı. Meseleler anlatarak dertleşiyorlardı. Sosyal hayatımız, iletişimimiz Kürtçe lisanı ile dönüyordu. Süryani düğünlerinde, Kürtçe müziği eşliğinde halay çekiyorduk. Süryani şarabından bir yudum aldıktan sonra, demleniyorduk, kafalar iyi olduktan sonra, keyifler çakır oluyordu, geceler türküler eşliğinde ütüleniyordu. Duygulardan boşalırcasına eğleniyorduk. Biz, süryanler, çoğumuz Kürtçe biliyorduk. Kürtlerin çok azı Süryanice ve Arapça biliyorlardı. İstemediklerinde değil, sosyal hayatta onlara pek lazım olmadığından dolayı öğrenemiyorlardı. Kürtçe bize gerekli idi. Çarşı esnafının çoğu Süryani’di. Müşterilerin çoğu kürt olduğundan iletişim nedeniyle Kürtçe bilmek gerekiyordu. Bu sebepten dolayı Süryaniler daha çok Kürtçe biliyordu. Hayatın bütün alanında; çarşıda, pazarda, sokakta, Annelerimiz, Babalarımız, Kürtçe konuşurken, biz gençler kendi aramızda Türkçe konuşuyorduk. Türk gibi düşünüyorduk. Biraz tuhaf geliyordu. Ama neden? Anlatayım: Kimimiz Kürt ya da Süryani olarak doğuyorduk. Müslüman, Süryani, Ezedi olarak büyüyorduk. Öğrenme yaşına girdikten sonra hepimiz birden Türk oluyorduk. Bu aşamaya girmek pek kolay olmuyordu. Çelişki ve çatışma dönemi sosyal hayatımızda başlıyordu. Anadan doğma, belli bir kimlik adına bize verilen Lahdo, Septo isimler, toplumsal yaşayışta size yük olarak geri dönüyordu. İsimler benimsenmiyordu. Suç malzemesi oluyordu. İsmimiz sorulduğunda tedirgin oluyorduk.Yeri geldiğinde niye bu isim diye azarlanıyorduk. Bu suç malzemelerini taşıyarak hayatta büyük arzu ile sarılıyorduk. Üretiyorduk. Yaşama değer vererek büyük mücadeleye giriyorduk. Etkinlikler olunca ismi yasak olan kişiler topluluğun bireyleri oluyorlarak sahne alıyorlardı. Başarı olunca, yasak isimlerimiz ikinci planda kalıyordu.
İdil’de Müzik gelişiyor,Kadın,Erkek Dengbejler çoğalıyordu.
1968 yıllında Ortaokul İdil’de açılınca atanan öğretmenlerden Ali Aygül, sazla haşır neşir bir öğretmendi. Bilindiği gibi Aleviler Sazın ustası, değişlerin, Türkülerin piri idiler. Bize’de sazın, Türkülerin ustası Ali Öğretmene düşmüştü. Ali Aygül Öğretmen kısa sürede saz kursu açtı. Saz dersleri vermeye başladı. Öğrenciler kursa icabet etti. Müzik ruhlarına işleyince, aşk damarlarıda kıpırdamaya başladı. Tezeneyi çabuk sevince, aşk tezenesini de aramayı ihmal etmediler. Arkadaşımız Ümit Geçim, Nuri Yıldar,Ziya Seven kursta kısa sürede saz öğrenmeyi başaran kursiyerler oldular. Güzel darbuka çalan Servet Geçim, kursa katılarak guruba renk kattı. Grup halinde okulda, müsamereler düzenliyor, saz öğrenimlerini ilerletip bizi adeta kıskandırıyorlardı. Boş zamanlarında sazlarını çarşıya çıkartıp, öğrendiklerini dükkanların içinde veya fidanlıklarda çalıp öğrendiklerini bizimle paylaşıyorlardı. Bizde bu görsel paylaşımlarından etkinlenerek, öğrenerek Müzik dünyasına ruhen katılıyorduk.
O devirde İdil’de saz çalıp sesi güzel olanlar
Kadri Yıldıray, Rahmetli Kasım amcanın oğlu, Karayollarında müdür olan Ömer amcanın kardeşiydi.Kadir Şinaz, efendi, şahsi ve ailesi Süryaniler tarafından çok seviliyordu. Herkese hürmeti olan bir şahsiyetti. Aile aslen Cizre ‘liydi. Kadir Abe, zamanın tanınmış saz ustası türkücü Yıldıray Çınar tutkunu idi. Çınar’ın bütün türkülerini çalar,söylerdi. Kadir abe normal konuşmasında kekemeydi (lal). Lal olmasına rağmen çalıp söyleyince kekemesini göremezdiniz. Ben onunla beraber türkü söylerken bire bir yaşardım. Şahittim. Kadir Abe’nin kendine özgü prensipleri vardı. Evinden başka bir yerde saz çalmazdı. Kendi evinde çalardı ve söylerdi. Övünmek gibi olmasın, övünmeyi de sevmem, yazının akışı içinde izah etmelim ki Süryaniler arasında erkek olarak kimse bizden evel Türkçe türkü söyleyip sahne almadı. Bayanlarda ise Begi Kayar hanım, hanımlar arasında ilkti. Ekolün temsilcisi ve solistiydi. O dönemde bu gelişmeler bizim için devrim niteliğindeydi. Kürtler,Begiyi dönemin sinema ve film yıldızı Belgi Doruka benzetirler idi. Süryani gençler, onun için ne hayaller ve rüyalar kurarlardı. Müslüman gençlerde Bengi siz bir rüya istemezlerdi. Begi Kayar, kibar, nazlı ve güzel bir kızdı. Saygı değer ailelerden Efrem Kayarın kızı idi. Komşu idik. Damlarımız bitişik, pencerelerimiz karşılıklı,arada sokak bulunurdu.Birbirimizi görecek seviyedeydi. İyi ilişkilerimiz vardı.
İdris İsyanda Hani,Nerede Beyaz Gülüm
Afife zarif ve güzel bir kızdı. Birçok idilli gencin göz hapsindeydi. Kapı komşuları İdrisko kızı tavlamak için bayığı uğraş veriyordu. Kapılarında olurdu. Rahatsız ederdi. Yine bir bu şekilde davranırken Afifey'le kapıda karşılaşır. Afife "İdris kapımızda ne dolaşıyorsun, sabaha kadar dikilsende, aşkına karşılık vermeyeceğim." der. İdris hayır cevabıda alsa, kalbini ikna edemez, rüyalarında kopmak isetemez, İdilin sıcağında beyazı sevmek güzeldir. İdris Afife aşkı karşılıksız da olsa ona besteler yapardı, şarkılar söylerdi, "Hani nerde Beyaz gülümüz, nerde çocuklarımız " şarkısını her seferinde söylerdi. Aşıktı, tutuştunmu kurtulmak zordu. İdrisin karşılıksız aşkı arkadaşalrın dikkatini çekmişti. Kendi aralarında bir plan kurdular. Zeki zamanın Gazinolar kralı Osman Kervan adına İdris'e İdil Postahanesinde bir mektup gönderir. Posta çalışanı Pulus Pülle hatabo dan rica eder, durum hakkında bilgilendirdikten sonra mektubu İdrise vermesini rica eder.Pulus hoş bir insandır, ister istemez plana uyar, arar idrisi bulur. "İdris nerdesin, gel oğlum gel toto vurdu sana,İstanbul'dan mektup var." İdris heyecanlanır. Mektubu elline alır, çabuk yırtar. Kağıdı açar okumaya başlar." Zeki Bey sesiniz yanık olmasını ta İstanbuldan duydum.Yanık söylüyorsunuz. En kısa sürede İstanbula beklerim Osman Kervan Çakır Gazinosu." İdris sevinçten göz yaşı döker. Sevinçten Afifenin platonik aşkına o gün yüz vermez.Yalnız mektupta bir dip not vardı. Şarkı söyleyince terlemiyeceksin, denmişti. Bu not sivri sinek olmuştu ruhunu huzursuz etti. Düşündü.Taşındı. "Yahu dedi, bu nerden biliyor benim terlediğimi." Bu işte bir iş var deyince, mektubu Ümit Geçime okuttu. Ümit mektubun Zeki'nin yazdırdığını söyleyince, İdris direk Zekiye gitti.Zeki İdrisin gelişinde mevzuyu öğrendiğini anlayınca, kendisini kapıda karşılayarak, ikramlarda bulunmaya başladı. İkramlar İdrisin hoşuna gidince mevzuyu yumuşak konuştular. Afifenin babası Mıhelmileri sevmezdi, İdrisin babasınıda sevmezdi. Onun için kız vermesi mümkün değildi. Başka bir saz ustası ve aynı zamanda İdilin ilk saz imalatçısı diyebileceğimiz, İsa Alakut ağabeyimiz vardı. Süryaniler arasında ilk saz çalan ve Türkü söyleyen kişilerdendir. Aile maronguzluk yapardı. Ağabeyi Mihayil Alakut, kendi atölyelerinde imalat yaptığı bir saz vardı.Yaptığı Sazı İsa Abenin ikramına sunardı. İsa abe ile birlikte evin ayvanında çalıp söylerdik. Müziği, ses ve saz olarak bir araya getirerek idil’de ilkleri yaşatmanın gayreti içerisindendik.
İdil’de sağlık Ocağı yapılıyor…1967-1968 yılları
Dönemin Anafartalar İlkokulun onar metre batısında, Mala Abdıko Meryem Hanuş ailesinin arizleri içinde bir sağlık ocağı, hemşire ve Doktor lojmanları inşa edildi. İdil’de yapılan ilk sağlık ocağıdır. İnsanlar doktora, Cizre, Midyat’a, ilçe merkezinde Taburun Askeri doktoruna giderlerdi. Sağlık Ocağı inşaatı İdilde memnuiyetle karşılandı. İnşaat bitti. Sağlık Ocağı hizmete başladı. Güzel hemşireler atandı. Bekar hemşireler Müslüman gençler tarafından kapışılıyordu. Kapışmalar kavgaya kadar varıyordu. Sağlık ocağı lojmanları, Hükümet caddesinin kenarında bulunuyordu. Gençler, akşamları caddede tur atarak lojmanları göz hapsine alıyorlardı. Hemşireleri görmek için fırsat arıyorlardı. Takip etikleri hemşireyi görünce de birkaç hafta hayal kurmak için önemli malzemeler toplamış olurlardı. Bir anı anlatayım:” Zeki Akkurt, Estelli Abdulkerim’in oğluydu. Babası çarşı merkezin bakkalık yapıyordu. Boyu 1.90, beyaz giyinmeyi çok severdi. Ayakkabı beyaz ve sivriydi. Saçları briyantinden dolayı parlaktı, gömleğinin üst düğmelerini açık bırakırdı. Yılmaz Güney’in duruşlarını sergilemeye çalışıyordu. Elinde tespihi, forsu günün koşularına göre iyiydi. Saz çalardı. Çokta iyi çalardı. Nesim Kaplan, Melle Ahmed’in oğluydu. Öğretmen okulundan yeni mezun olmuştu. İkisi de arkadaşımızdı onları çok severdik. İş yerimize gelip giderlerdi. Müslüman gençlerin çoğu bizim ve arkadaşım Süleyman Bayru Hırdo’nun mekanındaydılar. Otururlardı, sohbet ederlerdi. Nesim İdile yeni gelmişti, çarşıya çıkar. İdil ufaktı, yeni gelen hemşirler, gidenler çabuk duyulurdu. Yeni gelen hemşireleri Nesimde duymuştu, soluğu lojmanların etrafında alır. Tur atar. Hemşireyi görme peşindedir. Nesim’in uğraşı Zeki’nin kulağına gider. Zeki rakibin çıkmasına huylanır. Zeki,arar, Nesim’i bulur. “Ne dolaşıyorsun, buralarda Nesim, duyduklarım inşallah doğru değildir… o hemşire benimdir. Etrafında dolaşmayacaksın.” Der. Nesim, akıllı cevaplar vererek Altan almaya çalışır. Zeki Nesim’in bu duruşuna sinirlenir yürürler, tartışmaları devam ederek dükkânımıza girdiler. Zeki öfkeli. Nesim kızdırıyor. “Zeki hayrola, ne oluyor.” Dedim. Zeki “Abe hepiniz biliyorsunuz, yeni gelen hemşireyi birkaç aydır kovalıyorum. Peşindeyim. Henüz göz göze gelmedik, ama gönlü bende var.” Dedi. “Eee mesele ne şimdi” dedim. Zeki “Abe, bu, Mela Ahmedin oğlu Nesim gelmiş oyunu bozuyor, işime çomak sokuyor. Ben bunu kabul edemem. Lojmanların etrafında dolaşamaz, zoruma gidiyor kabul etmem.” Dedi. Nesim sakin, Zeki’nin sinirli halinden yararlanarak “Bak oğlum. Ben öğretmenim. Ayda 300 TL maaş alıyorum, benim al benim seninkinden daha fazla, bu sebepten dolayı hemşireyi ben daha çok hak ediyorum. Sende ne bok var. Anlat bakalım.” Zeki dur dedi, Lahdo Abeye soralım o doğru söyler. Zeki Lahdo Abe “ Bir bana bak, bir de ona bak, benim boyum,duruşum görüldüğü gibi, Nesim boyuna bak,cüce boyu var, hemşire bana mı düşer, onamı düşer.” Lahdo söze başladı” Şimdi Zeki samimi olalım, diyelimki gitiniz Hemşireyi istediniz, ailesi soracak Zeki ne iş yapıyorsun, Bakal, Kırtasiye dükkanım var diyeceksin. Nesim gitti hemşireyi istedi diyelim, Nesim’e soracaklar, ne iş yapıyorsun, sorunca öğretmenim diyecek, o zaman sen söyle kızı kime verecekler.”Zeki, sinirledi, sesini yükselterek “ Benim kırtasiyem, kuru bakaliye dükkanım var. Damda yatarken yalnızım ve namusiye kullanıyorum, hepiniz bir arada yatıyorsunuz.Senin gibi sabahın köründe kalkıp işe gitmiyorum. Saat 10:00 kadar yatıyorum, keyfime bakıyorum, sonra efendi efendi dükkanıma gelip işime başlıyorum.” Nesim sakin tavrını bozmadan “ Oğlum, Saat 10:00 işe başlamak bu işi sökmez, anlatıkların boş şeyler” deyince Zeki iyice sinirlendi. Küplere bindi.” Bak Nesim,sen önce, aldığın defter, kalem’in borcunu öde, sonra maaşından bahiset. Sen kime hava atıyorsun. İkincisi, Süryanilerin eşeklerini çala çala idil’de eşek bırakmadınız. Defol, karşımdan, hemşireyi alacakmış…”Biz gülmekten kırıldık. Tabii Zeki çok güzel saz çalıyordu.Sazın tezenesiyle uğraşanlarımızın gönülleri de duygu yüklüydü. Aşık olmadan yaşamı boş geçemezlerdi. Aşk, müzik, türkü birbirini tamamlayan unsurlardı. Türkü söyleyenler, kelimenin manalarından etkilenirler ister istemez, bu sebepten dolayı işin gereğini yerine getirirler. Aşık olurlar. O muhabbetleri özledik. Arıyoruz o günleri. Yazımıza dönelim.
Dr. Hakkı Güler;
Bursalıdır. İdil sağlık ocağına atanan ilk doktordur. Sevecendir. Halkla ilişkileri iyidir. Gecenin hangi saatinde hasta giderse gidsin, kimseyi azarlamadan hastasıyla ilgilenirdi. Kaymakamlığı’da vekaleten de bakardı. Sosyal aktiviteleri olan bir insandı. İnsanları bir araya getirerek kaynaştırmayı, monoton bir hayatan kurturmayı, sosyal araştırma ve geliştirmeyi yapabilen bir doktordu. Monoton hayatlara yeni renkler katma çabasında olan doktor,ilçe halkını spora, Müziğe, Sinemaya teşvik ederdi. Bireysel, yöresel müziği evrensel müziğin çanağında yoğurur insanın ruhuna arz ederdi. İdil’de müzik çalışması başlatarak, duygulara müzik dilini tercümen eder. Sesi güzel olanları, güzel saz çalanların tümünü kısa sürede bulur. Hepsini bir araya getirdi. Koro temelini attı. Bize dönerek çocuklar İdil Sağlık Ocağı yararına mahali müzik korosunu kurup, en kısa sürede konser vermemiz lazım. İdil’in çınlaması lazım. Bu gayreti sizden istiyorum diyerek önemli bir adım attı. Bizi bir araya getirerek müzik grubunu kurdu.
Müzik Grubunda kimler vardı
Saz ekibinde; Ali Hoca, Ümit Geçim, Mehmet Nuri Yıldar, Ziya Seven Darbuka ekibi; Davul Servet Geçim, Güldürü, Sekeç Eyüp Özmen, Halk Oyunları dalında Tahsin Dursun, Flüt, Adıyaman Kahtalı Ziraat Bankası Memuru Mehmet Bey,Solistler; Bayan Begi Kayar, Erkekler Sabri Atalay’ın oğlu Niyazi Atalay, İdil Baraj sorumlusu Diyarbakır, Silvan’lı Mehmet Bey, Lahdo Sağ. Koro ekibi haftanın belirli günlerinde, Niyazi Atalay yönetiminde Ortaokul salonunda bir araya gelerek prova yapıyorlardı. Pazar günleri ise Hırabe Şeref köyüne giden yol üzerinde bulunan boş su deposunun içine inerek, mikrofonsuz, yankıdan yaralanarak prova yapıyorlardı. Sesimiz su deposunda müthiş yankı yapıyordu. Biz gençler bu duruma çok seviniyorduk. Hayallerimiz dahada büyüyordu. İdil’de yapılacak başka bir aktivitemiz yoktu, ama en güzel aktiviteyide yapmış bulunuyorduk.Kültür sanatla uğraşan idililerin ruhları ince olurdu. Aşka bayılıyorlardı. Sevdikleri ile iletişim kurmak için günün koşullarında bir çok yöntem geliştirmişlerdi. Yöntemler nelerdi; Sevdiğin kıza aşkını ilan etmek için yolunda bulunan bir taşın altına mektup bırakacaksın. Akşama kadar mektup bıraktığın yere nöbet tutacaksın mektubu aldımı almadımı sayıklıyacaksın. Sonra mektubun aldığını kabul edeceksin, cevabı ne zaman gelecek birde ona nöbet tutacaksın. Bekle babam bekle. Cevap gelince de dünyalar senin oluyordu. Başka bir eğlencemizde, çarşının dışına çıkıp, karayolunda gelip geçen araçları saymaktı. Geçen araçların arkasında yazılan yazıları ezberlemekti. Ezberlediğimiz yazılar nedeniyle etrafa fors satıyorduk. Aklımda kalan bir kaçını sizinle paylaşayım.” Seni çekeceğime, el freni çekerim.” “Yüreğim yanacağına lastikler yansın” “Rahat bırak gözlerini dilediği gibi baksın” “Hayvan açken, insan tok ken kudurur.” “Azrail bile ayağıma gelecekse sen neyin tribensin” “Zilli hayatta en gerçek kariyer sen çalış avrad yesin.” Araçların arkasına yazılan bu gibi yazıları ezberliyorduk. Yeni bir şey öğrendiğimiz için etrafa hava atıyorduk. Başka meşgale olmadığı için bu hobiyi yaratmıştık.
Konser hazırlıkları tam takır yürüyordu. Heyecan doruktaydı. İlk defa bir konserde türkü söyleyecektik. Fukaralık had safhada. Doğru dürüst konserde giyeceğimiz bir elbisemiz yoktu. Ayağımızdaki lastik ayakkabıları değiştirmek için emanet kundura aramaya başladık. İki, üç beden büyük boy emanet çeketler, gömlekler, pantolonlar arardık. Yediğimiz sarımsak, soğanların kokuları etrafı rahatsız ederken sahneye çıktık. Kolay iş değildi. Sokaklardan sahneye çıkıyorduk. Üst düzeyden iş yapıyorduk. Günün koşularında elbete eksiklerimiz olacaktı. Ama yaptığımız iş on numara idi. Mevcut toplumsal düzenden bir müzik korosu yaratılıyordu. Koro ilk konserine Cumartesi günü çıktı. İzleyiciler, Memurlar, Subay ve aileleri idi. Konser büyük beğeni topladı. Ertesi gün,İnsanlar neşeli, eğleniyor ve gülüyorlardı. Konserin analizi yapılıyordu. Konserde söylenen türküler,şarkılar gündemi meşgül ediyordu. Herkes türküleri söylemeye çalışıyordu. Konserin asolisti Begi Bayar hanımın söylediğ türkü geceye damgasını vurmuştu.. “Atma beni ellere, salma beni dillere”, arkasında “Annem beni bir kötüye verdiler hey” türküsü konsere gelenlere yüreklerinde taşıdıkları duygulara tercüman oluyordu. Silvanlı Mehmedin “Bu handan kervan işler, yürek dağılıyordu.”Kadir Yıldıray ise Yıldıray Çınarın söylediği “Su ver leylam yanıyorum” türküsü hemşirelerin peşinde koşan İdilli gençlere rehber olurken, aynı zamanda aşka davet ediyordu. Tam bir ustaya yakışır bir permofans sergilemiştim.Söylediğim “Sevda yüklü kervanlar senin kapında geçer” türküsü orta derecede bir beğeni toplamıştı.Çok heyecanlı olduğum için türküye hakim olamamıştım. Gömleğimin kolu ile sürekli terimi sildiğimi söyleniyordu. Sahnede aldığım heyecanı kontrol edemiyordum. Davul flüt eşliğinde Cizreli rahmetli Tahsin Dursun, coşkuyu doruğa çıkarıyordu. Tahsin’in ayağında sivri beyaz kundura, elinde kırmızı beyaz mendilli sahnede, Mehmed Arif, Hasan Cizrewiden,” Ez Kewekom ley ley “ Kürtçe şarkısına karşılık, tek kişilik halk oyununu oynardı. Ama ne oynardı, seyircilere parmak ısırtacak cinsteydi. Ruhen adeta herkesi yerinde halaya kaldırırdı. Kulakların pasını silerek hatıra olarak gönlümüzde kalıyordu. Tahsin Dursun sıradan biri değildi. Cizre’nin köklü ailelerinden Hacı Dursun’un oğluydu. Hudud boylarında köyleri vardı. Aile, Ankara’ya , Atatürk döneminde, ilk mebus gönderen ailedir. Amcası Kade Dursun, 1964 yıllında Cizre Belediye Başkanlığını kazandı. Muhalifleri tarafından öldürüldü. Cizre’de düşmanlık başlayınca , Cizre’yi terk ederek, Kimileri İzmire, kimileri İdile, Mardin’e yerleşirler. Mardin’li postacı Mühidin Abenin kızı Ayhan Abla ile evlenir. Ava meraklıydı, Golf pantlonunu giyer idil topraklarında özgürlüğün tadını çıkarıp keklik avına çıkardı. Tahsin abe, sokaklarda, dağlarda avcılık yapmayı çok severdi, espirilliydi, küfürlü konuşmayı çok severdi. Tarihi sözler söylemekte üstünde yoktu. Günlük ilişkilerde kızdığı zaman Mühyedine küfürü basardı. Ama yerinde ederdi, mutlaka insanlara kahkaha artırdı.Bir gün kayın biraderi Ata Vural ile birlikte Bir Hasko mıntıkasında ava çıkarlar. Yorucu bir av günün ardında akşama doğru karayolu üzerine çıkıp otobüs beklerler. Kayabıraderi Ata’nın babası postacı olduğu için karayolunda çalışan bütün otobüslerin şoförlerini tanırdı. Beklediği sırada otobüs gelir. Beklediği yerde önlerinde durur. Tahsin avda yeterince yorulmuş, birkaç adım arkadai Ataya yetişmeye çalışarak geliyordu.Otobüs durdu. Muavin kapıyı açar,onları binmeleri için davet eder. Ata Arapça muavine sorar “Mercedes otobüs 202’mi yoksa 203 ‘mü” Muaivin “202 mercedes der, 203 sonradan gelecek.” Ata, tamam, diyerek cevap verir.”Biz 202 mercedes binmeyiz. 203’ü bekleyeceğiz.” Otobüs hareket eder gider. Tahsin yetiştiği anda otobüs hareket halindeydi. Tahsin Ataya” Ne oldu, otobüs niye bizi almadı.” Ata “Abe ben Mercedes 202’ye binmem, 203 bineceğim, beni kurtarmaz.” Deyince Tahsin deliye döner. Yorulmuş.Bitkin. Sinirlenir, Kayın babası Mıhyedin basar küfürü.”Yarabi beni kalı kutlu mıltılı Mıhelmilerden kurtar.” Der. Tahsin mevzuyu, başlarında geçenleri çarşı merkezinde anlatırken, yine kayınpederine düzerdi küfürleri, adama bak 202’ye binmeyecekmiş, oğlum biz yorgunluktan kırılmışız, seçici davranacak durumda değiliz, adam 203’e binecekmiş…İnsanoğlu öz geçmişinin ruhundan, Ütüsüz, buruşuk gezmek kolay bir şey değildir. Birikmiş ahlarını,Söyleyemediklerini,vahlar ağaçının altına gömek ister. Bu yüzden ahlar ağacına anlatılmayan hikayeleri, ağıtları, burada anlatır dururuz. Geçmişe özlem hiçbir zaman bitmeyecek. Hafızamda kalan Mıhelmilerin,Cizrelilerin, Kürtlerin, Süryanilerin anılarını, birlikte yaşamışlıklarını, nostajilerini, hikayeleri yitip gitmesin diye yazıyorum. İdil’de kurulan ilk Müzik korusunu anlatırken, aşklarınıda dile getirmeyi ihmal etmedim. Çünkü Aşk, Müzik birbirini tamamlayan iki kavramdır. Yaşamakta güzeldir. Bu güzellikleri yaşayan idillileri anlatım. İdilli, İdilde yaşamış suyunu içmiş herkesi seviyorum.
Başka bir yazıda buluşmak üzere, yazımı bir beyitle noktalıyorum.
Andıkça o güzel günleri gözlerim dollar.
Sanki seni yanımda bulurum.
Tozlu topraklı bayerlerde bir işaretle,
Seni yanımda bulurdum. Şimdi sen nerelerdesin,
Ben nerelerdeyim. hey delal .
Allah’ına kurban Lahdo abi! Öyle büyük hafızaya sahipsin ki ve o kadar heyecanlı ve güzel anlatıyorsun İdilimizi, hayran kalmamak elde değildir, bizleri seninle beraber idilimizi yaşatıyorsun.
Gerçi ben o zamanlarda 5-7 yaşlarında idim ama senin sahnede o güzel sesinle okuduğun türküleri hiç unutmayacağım.
Yazıların İdilimizin hayallerini bizlere yeniden canlandırıyorsun.
Yazılarını her zaman çok büyük zevkle okuyorum, yazılarına başarılar diliyorum.