Sevgili Canlar..!
Bu yazıda sizlerle okul anılarımı hasbihal etmek istiyorum. İsterseniz ilkokul ile başlayalım. Belki daha sonra sıra ortaokul ve lise anılarına gelebilir.
Efendim, ben 1967 doğumluyum. 1973-1974 Eğitim Öğretim yılında İlkokula başlamışım. Bizim ilkokula başladığımız yıllarda, İdil’in eski Hükümet Konağının tam karşısında, tek katlı, “Merkez İlkokulu” isimli bir okul binası vardı.
İlkokul birinci sınıftaki öğretmenimizin ismi Sinan Savaş’tı. Eğer yaşıyorsa kendisine uzun ömür diliyor, ellerinden öpüyorum. Yok, eğer vefat ettiyse, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Tam da bu noktada bir açıklama yapmak istiyorum. Bu yazımın ana muhtevası siyasi olmamakla birlikte, var olan durumu tespit etmek için, dil meselesine değinmekte fayda görüyorum.
Şimdiki çocuklar Türkçeyi bilerek mi okula başlıyorlar, bilmiyorum ama bizler Türkçe konuşmasını bilmeden okula başladık. Çünkü televizyonlar henüz evlerimize girmemişti. Dolayısıyla sınıfta, bizlerle aynı dili konuşamayan bir öğretmenden ders almaya başladık.
Öğretmenimiz hemen bizlere ilk sözcükleri öğretmeye başladı. “Günaydın” dediğinde hep beraber “Sağooool “ diye cevap veriyorduk. Öğleden sonraki selamlama için, Türk Dil Kurumu biraz zorlama ile “Tünaydın” diye bir kelime icat etmişti. Biz ona da “Sağol” demek durumundaydık. Bir de “Ali git-gel” vs. bunları da yavaş yavaş öğreniyorduk.
Türkçeyi sonradan öğrenmenin sıkıntısını bütün okul hayatım boyunca yaşadım. Öğretmenin tahtaya bir şeyler çizdiğini görüyorduk ama “Haydi çocuklar benim tahtada çizdiklerimin aynısını defterlerinize çizin” deyişini anlamıyorduk. Aval aval öğretmenimizin yüzüne bakıyorduk. Bu arada yerli olup Türkçe bilen; İhsan İkis ve sınıftaki polis veya asker çocuklarının defterlerine kafalarımızı uzatıyorduk. Onlar ne çiziyorsa aynısını yapmaya çalışıyorduk. İhsan ile teyit ettiğimiz subay veya polis çocukları şunlardı: Ali Gültekin, Özgür Mungan, Asuman ve Peyman.
Bu durum sonradan hep bir engel olarak karşımıza çıktı. Şöyle ki; öğretmenin sınıfta sorduğu bir soruya, cevabını bildiğimiz halde, kendimizi ifade edemeyişimiz nedeniyle parmak kaldırmıyorduk. Çünkü ifade etmek istediklerimizi, kurallı bir cümle halinde söyleyemediğimiz için, alay konusu olup, gülüşmelere neden olabilme endişesi yaşıyorduk.
Bizim “Merkez İlkokulu” olarak başladığımız okulun ismi sonradan “Anafartalar” olarak değişti. Okul Müdürünün ismi Keyfhüsran Demir idi. Tabi o zaman Müdür’e “Başöğretmen” diyorlardı. Şöyle kalın bıyıklı bir idi. Ara ara cebinden küçük bir tarak çıkarır ve bıyıklarını tarardı. Okulda Süryani bir hizmetli vardı. Cebindeki köstekli saate bakıp, teneffüs ve ders zilini çalıyordu.
İkinci veya üçüncü sınıfta öğretmenimiz değişti. Yeni öğretmenimizin ismi Cevdet Sönmez’di. Tabi hafızam beni yanıltmıyorsa, bu öğretmen bizleri dördüncü sınıfa kadar okuttu. Beşinci sınıfta yerli bir öğretmen ile ders işledik. O da Selim Uçar’dı. Kendisi Cizreli idi. Sanırım Mardin’de eğitim camiasının içerisinde öğretmen veya idareci olarak çalışmaya devam ediyor.
İlkokul yıllarından aklımda kalan, kendimce acıklı bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Hangi sınıfta olduğumu hatırlamıyorum. Ama kız kardeşim Sema birinci sınıftayken, okula kukla gösterisi için bir ekip geldi. Bizleri koridorda topladılar. Bu kuklacıları seyretmek isteyen kız kardeşimi, ben bu seyirden men etmiştim. Ne bileyim, belki de abilik taslayacağım diye ona kukla gösterisini izletmemiştim. O ara içeride herkes kuklacılara gülüp eğlenirken, ben kız kardeşimi bu seyirden mahrum ettiğimden dolayı ağlamaklıydım.
Başöğretmen Keyfhüsran Demir’den sonra Müdür olarak Fevzi Arslan atandı. Yanılmıyorsam Midyat’lıydı. Ondan sonra ise Abdulmenaf diye bir müdür geldi.
Sınıf arkadaşlarımıza gelince… Hemen belirtmeliyim ki sınıfımız Hristiyan ve Müslümanlar olarak iki gruptu. Biliyorsunuz İdil’de Süryaniler vardı. Şu anda nüfusları çok az olmasına rağmen, bizim çocukluğumuzda, İlçenin ekseriyetini oluşturuyorlardı. Yani nüfus olarak Müslümanlardan fazlaydılar. Geneli Avrupa’da yaşayan bu arkadaşlarıma da saygı ve muhabbetlerimi sunuyorum.
İlçenin genel nüfusundaki çoklukları sınıfa da yansıyordu. Çünkü sınıf arkadaşlarımızın çoğu Süryani idi: Mecit Budak, Melek Konutgan, Yusuf Konutgan, Şemun Konutgan, Şemun Kayır, Yılmaz Baydar, Cebrail Kanalga, Yusuf Toğan, Türkan Tutuş, Aslan Toğan; bunlar ilk çırpıda hatırladıklarımdır. Müslümanlar ise; Mahmut Tekçe, İhsan İkis, Bahattin Yalçın, Vahap Kaya, Osman Doğan, Hamit Şavur, Hasan Bilgiç, Hamdiye Yeşilmen, Fatma Demirsoy, Birsen Erkuş ve şu an hatırlamadıklarımdı. Tabi bu isimlerden bazıları sonradan sınıfa dâhil olmuş olabilirler. Veya sınıflar ayrıldığı zaman kimi başka şubelere de gitmiştir. Yanlışım varsa arkadaşlar düzeltebilir.
Bir de “23 Nisan ve 19 Mayıs” gibi resmi kutlamaların ayrı bir havası vardı. Bana genellikle şiir okuma görevi verilirdi. Şiir okuduğumuz günlerde, İdillilerin tabiri ile “Forsumuz 1500” olurdu. Okulun bando ekibi de vardı. Abilerimiz genellikle trampetçi olurdu. Örneğin İbrahim Bulduk ve Kasım Tekçe trampetçiydiler. Bizim sınıftan Mahmut Tekçe ve İhsan İkis borazancıydılar. Trampetçiler şu iki tekerlemeye göre tempo tutardı.
Beş para ver
Beş para ver
Beş para yoksa
On para ver
Saçları sarı sarı
Gözleri mavi mavi
Alaman Kızları
Neyse yazım biraz uzadı gibi. Sıkıcı olmasın diye burada bitiriyorum. Ha bu arada ilkokul binamızın, hatıralarımız ile birlikte yıktırıldığını belirtelim.
Sevgi ve saygılarımla.
Mehmet Emin Özmen
Güncelleme Tarihi: 07 Aralık 2018, 14:06
İyi