Hanna Hannuş, Süryanilerin çoğunun bildiği gibi öz Beytzabday İdil evladıdır.
İftiharla söylemek gerekirse, öz dayım olur. Yalnız bu makaleyi dayım olduğu için yazmıyorum. Hayat biyografisini okuduğunuzda, makalede övünçlü kelimeler, medhiyeler hak ettiği gibi değerin çok gerisinde bir ilgiye maruz kaldığı görülecektir.
Kendisi idil’in bir kültürel değeri, piri, değerli bir yazar, nifiskar, yeri doldurulmayan, Legend, alçak gönüllü, kibar, yeri gelince; şair, âşık, sevda yüklü bir insandı. İdilin tarihinde yeri doldurulmayan, örnek alınacak bir deha ve kıymet, toplumumuz da, bu vasıflara haiz olan insan sayısı azdır veya yoktur.
İdillin sözlü tarihi ile ilgili yaptığı çalışmalar, idilin tarihi geçmişini tozlu, paslı raflardan toplayarak, belgeleyerek, süzerek, onları gelecek kuşaklara taşımak gayesi ile yazılım haline getirip, hiç bir karşılık beklemeden,Derin bir hafıza zenginliği ile iki kitap halinde getirip, bugün bizlere sunması; bir vizyonun yanında öngörünün kabiliyetin bir özetidir.
1946 Senesi ver elini İstanbul
Fakir bir ailenin çocuğu olarak idilde dünyaya geldi. Rahmetli, nur içinde yatsın, Katolik papazı Abuna Cercis Abdalla Kayar aracılığı ile İstanbul’a Saint Benoit, Fransız kolejine gönderilir. O tarihlerde yabancı kolejler belli bir kontenjan, yani sınırlı bir kadro kapsamında öğrenci alıyorlardı. Süryani Katolik olan kuruluşlar ve kiliselere tanınan kontenjanlar kapsamında, Abuna Cercis, Abdalla, bu kontenjanı akrabası olan Hanna’ya kullanıyordu.Hanna’nın dedesi Murad Hannuş, Abuna Cercis’in xemesi, halası hanımı idi. Bu yüzden Hannuş ailesi Abuna Cercis kardeşi olan Rısko ya dayımız diyorlardı. Rahmetli Hanna dayımı, babam, onu eşeğe bindirerek,Süryani köyü Mıdıhe ye kadar götürdü. Onu Midihte, başka insanlara teslim etti. Daha sonra Midyat, Mardin, Diyarbakır’a teslim sistemi ile vardı. Diyarbakır’dan Tren ile İstanbul Haydarpaşa garına doğru hareket etti. İstanbul Beyoğlu postacılar sokağında bulunan Franız koleji, sorumluları Mösyö Leveguves karşılar, bohçasını alarak onu okula yerleştirir.Tek kişilik bir karyola, ala franga tuvalet , asılı havlu, elinde puro, kokulu sabun, kendine bakabilecek bir ayna ve baş ucunda olmazların olmazı İsa Mesihin kitabı mukaddes İncil duruyordu. Bütün bu yenilikler Hanna dayımın hayatında yeni bir dünya açıyordu.
Bütün bu yenilikler, idilin tezek kokulu sokaklarını, Mor Yakup kilisesinin, altındaki, ona saklan dediğimiz, dereden geceni zifiri karanlığında göğe yükselen kurbağa seslerini, yaz gecelerinde, damda yatarken, uykuda gözleri kapalı bir şekilde acele olarak uyanıp, bir elinle uçkurunu tutup dohini damın kenarında açıp, aşağıdaki sokağa doğru şııırrr ederek kavrisli bir şekilde bırakılan çiş, sabah uykusunda olan köpeğin uykusunu bölerken, kulaklarını silkeleyerek kaçmaya çalışan köpeğe, sebep olan çocukluk anılarını, bir bir düşlüyor ve düşünüyordu. Her iki hayatı karşılaştırırken, İdile göre daha üstün bir yaşamın içindeydi. Aynı zamanda,yeni hayata alışmaya çalışıyordu.
İstanbul, Fenerbahçe, Moda, Elma dağı, Taksim semtlerinin temizliğine, etrafta yanan reng garenk ışıklı tabelalar, geceyi romantik hale getirirken, Beyoğlu’nda ki Ermeni Garbis Agop, Yunan Dimitris,Yahudi Salamona isimlerini tedarik etmeye çalışırken,cadde de geçen ermeni kadınların esans, Fransız parfüm kokularında nefes alırken, yol kenarında oturan ayakkabı boyacısı, Ahmed’e, Hasana ayakkabısını boyatıyordu. Farklı olan hayatları anlamaya çalışarak okula git gel yapıyordu. Aradan koca üç sene geçmişti, okulda yaz tatili başlamıştı.
Fransız koleji müdürü sorar Hanna’ya ” başarılı bir talebesin, seni ödüllendirmek istesek bizden ne istersin? “ Oda hiç fazla düşünmeden “Memlekette ki, annemi, kardeşlerimi çok özledim efendim…” Der. Müdür tamam der. ““Arkadaşlara haber ederim, gereken neyse yaparlar Hanna, sen hiç meraklanma, rahat ol, dediğim gibi gereken yapılır.” Hanna, Haydar paşa tren garına getirilir, gidiş geliş bileti alınır, eline verilir, Diyarbakır’a gitmek üzere tren bindirilir. Mösye müdür vekilli Aloies Hanna’yı uğurlarken, yolda incilini okumayı ihmal etme diyerek tavsiyede bulunur. Kendine dikkat et diyerek uğurladı. Tren kayboluncaya kadar el salladı.
Hanna beraberinde getirdiği müzik çalar 45’lik plakları döndüren gramofon ile devrin müziklerini ard arda çalarken, evdeki (SREÇ ) olarak bilinen, lamba vazifesinin gören gazlı aletin gazı bitmesin diye evde dua ediliyordu. Sesi güzel olan bayanlar da vardı. Bunlardan biri de rahmetli, kıymetli halam
Verde Saçu idi. Hazin sesi ile plakta söylenen ( Bayram gelmiş neyime Kan damlar yüreğime, anam anam garibem” türküsünü mükemmelin ötesinde bir ritim ile söyleyerek büyük beğeni topluyordu. Kadınlar, Hannaya bakarak tılli liilli çekerlerdi. Bölgemizin sevincini ifade eden tilililer odaya neşe heyecan katarken, gece uykusundan uyanan fareler, tek gözlü toprak evin odasında sağa sola fırlayarak jet bir hızla geçiyorlardı. Evleri, Süryani Rısko’ un işlettiği kahvenin hemen arka tarafında kalan bir yerdeydi.
Mezuniyet, vatana Beytzabday, Hazacha, İdile dönüş..
Daha sonraki yıllarda, okul mezuniyetinin akabinde idile döndü. En büyük isteği bilgi ve görgü birikimini halka indirmek, dünyada başka hayatların da olduğunu insanlara göstermekti. Toplumsal açıdan, insanlara katkı sağlamak, idile ve insanlar olan vefa borcunu ödemekti. Halkın çoğu Tırki nizani, Türkçe bilmiyorlardı. İdil’de toplumsal yönde büyük sıkıntılar birikmişti.İnsanlar devlet işlerinde büyük sıkıntılar çekmekteydi. Yazılı iletişim kuramıyorlardı. Beraberinde getirdiği daktilo ile insanlara bazen asker mektubunu yazıyordu, gelen mektupları okuyordu. Halkın sorunlarına çare bulmak içim makamlara dilekçe yazıyordu.
Halkı mülklerini tapu etmeleri hususunda uyarıyordu, vatandaşların taleplerinde yardımcı oluyordu. İnsanların çocuğu olmuş, dört beş senedir kayıtsız, kıtım, evli iki üç tane çocuğu olmuş ama resmiyete hala bekâr gözüküyorlardı. İdil etrafındaki köylüler de aynı sorunları yaşıyorlardı. İlçede bir arzu halciye, makamlara dilekçeler yazacak, insanların Türkçe lisanıyla derdini yazılı anlatabilecek, dillendirebilecek birlerine ihtiyaç vardı. Bu boşluğu Hanna fazlasıyla doldurdu. Eski âşıklar boşuna mı diyordu tabip arzuhalimi yaz yâre gönder. Kendisi anlatamıyordu derdini sevdiğine, tabipten yardım diliyordu.
Daha sonraki zaman diliminde gelen taleplere cevap verebilmek için kadroyu genişletmek gerekiyordu. Mıhalmi arap kökenli Abdülkerim halk tabiriyle (kerimko) adında birini yanına ortak alarak toplumsal hizmetine devam etti. Dilekçe yazımının yanında, halka hukuk danışmanlık hizmeti de veriyordu. Bölgede oldum olalı bir hak ihlal olayları mevcut tu. Kürt kadın “Gelmiş kırıve Hanna kocamı aldılar, götürdüler, bana yardım et.” Kendisi çok yumuşak ve duygusal bir yapıya sahipti. Çoğu zaman karşılıksız, bazen cüzi bir meblağ karşılığında yardımcı oluyordu.
O devirde yüksek tahsili bitirmiş insanımız yok gibiydi. İmza parmak İzleriyle hal oluyordu. İstendiğinde insanların, bütün mal varlıklarını; bağını bostanını, bir kalemle üzerinize alarak, insanların mallarını ellerinden almaya imkân vardı. İdilin yarısını kendi üzerinize tapu edebilirdiniz. Bürokrasi işlemleri bu kadar kritik bir dönemde iken Hanna insanlara yardımcı, yol yordam oluyordu. Halkın malına, mülküne göz dikmedi, dikemezdi de, çünkü böyle bir yapı karakterine sahip değildi. Mümin Allaha karşı yanlış yapamazdı.
Onlardan sonra idilde söz sahibi olanların icraatlarını gördük. Arkalarında Bıraktıkları enkazlarına şahidi oluyoruz. Ceplerini doldurma, mal kaçırma Yarışına girdiler, emanetleri üzerine geçirme başladılar, babadan kalma beş dönüm arazisi olmayanlar bu gün binlerce dönüm arazi sahibi oldular. Yok artık öyle o eski temiz, saf Süryaniler, Dicle Fırat suyu aldı götürdü onları. Ahlak rafa kalktı uçtu gitti onun yerine döneme uyduruk çakma Süryaniler yerleşti.
Elleri uzun, Allahın korkusunu arka cebine koyan, onun bunun kucağında oturmayı becerebilen, emanet olarak teslim edilen kilise malını, sınırsız kullanan, dükkânlarına bedava oturan, haksız yere işgal eden, bilinçaltında Kendi zimmetine geçirme hevesinde olan, toplumun bütün ortak değerlerini Hiçe sayan, bizim gibi arada bir konuşanlara da bakın benim adım felemez idilli kimse bizden fazla sevemez diyenler oldu. Safsata, icraatsız, galawaji bir söylemi görüyoruz. Biz de bunları işitince helal valla diyoruz. İdil’deki Melke nise bahçesini işleten kardeşim Yasin’e ver bir demli çay oradan abem, durumu seyrederek demli çayımızı içiyoruz.
Süryani mantalitesine çok yabancı, alışamadığımız bir durum. Güven ortamı sıfır. Ortam bu duruma gelmemeliydi. Hafızamız kayd ediyoruz. Ben yuvarlak laf söylemesini beceremem. Hakikati alçak sesle değil, yüksek sesle söyle ki karşındaki duysun. Niyetiyle söylerim. Yumurtayı kırmadan omlet menemen, sfire yapamazsınız.
İdilin dar sokaklarda yaşadığımız eski aşklarımıza çaresizce çizgi çekeriz. Mahallenin çapkınlarını, içtikleri şerbeti, şimdilik saklarız, amma halkımızın ortak değerleri olan birikimleri, gayrimenkullerini yup diye yutulmasına müsaade etmeyiz. Yolsuzlukların defterini dürmeyiz, takip ediyoruz, edeceğiz her şeyin bir vakti zamanı vardır, vakti geldiğinde olanlar açıklanacaktır. Süryani halkı hesapta soracaktır. Akan su elbette ki yol bulacaktır. Yok, öyle iki kuruşa beş köfte.Yanlışlar sahibine dönecek, onları yargılayacak, halkın hakkını alacaktır.
Çarşıda olanlar bilir, hatırlar. Kerimkonun Nuri adında bir oğlu vardı. Nuri devamlı Süryanilerle oturur kalkardı. Çok helim selim bir insandı.
Rametli Hanna, Tumıke Musa Hımpış amcalarlar daima kahvede, iskambil yada tavla oynardı. Aile olarak Arapça biliyorlardı. Batman’ın Hasankeyf ilçesinden geliyorlardı. Anneleri Emine Harabe şeref köyündeydi. Çoğunuzun bildiği gibi Hasankeyf on iki bin senelik tarihi öz geçmişi olan bir ilçe. Sayısız medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Roma, Ermeni, Süryani, Keldani, Asuri, Yezidi, Kürt binlerce sene sonra Araplar burada yaşadı. Lakin 4.yüz yıldan beri Süryaniler bu toraklar üzerinde izlerini taşıyan kültürel, mekansal, mabet, kiliseler, manastırlar, yerleşim alanları, mimari doku izlerini bu gün hala bölgede görmek mümkündür.
Bu bölge, çeşitli, dönemlerde, çeşitli isimlerle anılmış olmasına rağmen, saygın tarihçilerin, fikirde kabul ettiği birleştiği, şüphe götürmeyen,
( Süryanice) HESNO -B-KİFO tercümesi Hisari kaya anlamını taşıyan isimdir, Yazılan notlarda, metinlerde görülmekte okunmaktadır.
Yeni Hasankeyfismine, Türkiye’nin haricinde hiç bir tarihçi itibar edip muteberlik bağlamında İspattan yoksundur. Tarih Hasana ait her hangi bir eseri göstermekte zorlanmaktadır. Benim gücüm var, tarih marih tanımam da diyebilirsiniz. Yalnız unutulmaması lazım, siz pas üstüne iki fırça boya sürmekle pası kısa bir dönem için kapatsanız da, belli bir zaman sonra eski pas gene ortaya çıkar.
Bunun önüne geçemezsiniz. Hasankeyf demekle ( yani kısacası Süryani Cırcoyu, Cercis, Cengiz yapmakla 12000 senelik tarihe gol atamasınız .)Bunlar Kiliseleri Camilere çevirenler içinde geçerlidir. O kiliselerde geçmişte her Pazar ayinde, takdislerde papazın kaselere doldurduğu bir fırt içtiği şarap kokuları vardır. Duvarlara sinmiştir derindedir. Üzerine kamyonlarca Siirt imalatı, yeşil arap sabunu dökseniz de nafiledir, bey hudedır, çıkmaz kokusu. Başka ne diyelim yani? Hasan emmi vicdanlıdır, keyfini yapsın ama bizi unutmasın. Severiz, saygılıyız ne de olsa değerlerimizin ismini taşıyor. Hasan keyfe o gözle bakıyoruz.
Hanna İdil’de aşk arıyor.
Hanna, Fransız kolejini bitirdikten sonra idile gelip o bıraktığı daracık sokaklarda aşk arıyordu. Mahallede iki aday vardı.Biri mavi gözlü, sarı saçlı, uykuyu çok seven, beyaz tenli olmasına karşın kız kardeşi Seydenin ideası pek hamarat olmayan bir kızdı.İkinci aday (m) isimli mahallenin kızı olan aile tarafından kabul gören biriydi. İki adayda zaman zaman Hana ile Arnavut taşlı daracık sokakta, yolları kesişirdi, bakışırlardı. Bakışları hafif bir gülümsemeyle Hanna’ya mesaj atardı. Ben buradayım Hanıkka unutma beni derdi.
Bir gün, aşka aday bu iki kız,Bayarlardan su taşırken Lahdo Reyis Aksüngüre ait su kuyusunun başında, su sırası beklerken kapışırlar.Su sırası bende bahanesiyle başlayan kavga; saç saça, baş başa devam eder.”M” isimli
Aday kız, mavi gözlü kızı saçından tutar altına alır. Saçını çekerek yerde sürükler.Tartaklar.Kaybettiği aşkın intikamını döverek alır.
Bu kavga, idilin dar sokaklarında, kerpiç damlarında bir araya gelen insanlar bir birine vır vır tonunda anlatır. Hanna aşk kavgasını duymuş paniğe kapılmış, düşünceli bekliyordu. Aileden gelecek tepkiye hazırlanıyordu. Mavi gözlü kız dayak yemiş ama vazgeçemiyordu. Hanna’nın bebek yüzünü, kimseye kaptırmak istemiyordu. Bu işte idealıydı. Aşk iksiri onu cesaretlendirmişti.Hanna’ların evine gidip İstanbul’dan getirdiği Müzik gramofonu emanetten bir günlüğüne istedi.Hanna’ya istersen sen de bize gel gramofunu nasıl kullanacağımı bana bir öğret. Yardımcı ol deyince, Hanna teklifi hemen kabul eder. Evlerine gider. O gidişle, kalplerdeki sobaya odun atmış oluyorlardı. Gelecek zamanlarda atılan odunlara kibrit çakılıyordu, odunlar hafif hafif yanmaya başlıyordu. Kavgayı kaybeden Mavi gözlü aşkta kazanıyordu. “M” aşkı kaybediyordu.
Mavi gözlü kız aileden istendi. Hanna nişanlandı. Bir araya gelince romantik söylemler telaffuz edilince heyacan dehada artmaya başladı. Hanna İstanbul’un romantik ortamında otomatik olarak öğrendiği hitab kelimeler vardı. Mavi gözlü nişanlısına sıcak davaranak, sevgisini dile getirirken ;“Bebeğim, yavrum nasılsın” deyince Mavi gözlü nişanlısı tepki vererek “Ev çi tışte pise “ (Ne kötü şeyler söylüyorsun) diyerek surat asıyordu. Hanna hemen kısa yol yaparak bölgenin moduna girerek organik konuşunca ortama neşeye dönüyordu:”Por zera mın, çav şina mın tu çaveni” deyince mavi gözlü nişanlısı sevinç göz yaşları döküyordu.
Düğün hazırlıklarına başlandı. Başlık parası olarak, beş reşadi altın karşılığında; Hazachça ismi tıbnet olan,yani para veriliyordu. Aile fakir ama göz mavi olunca başlıkta, parası da oluyor işte. Gelin adayına beyaz at bulundu. O devirde, posta müvezzilerine mektupları köylere ulaştırmak, insanlara dağıtmak için devlet posta hanelere bir at tahsis ediyordu. Rahmetli Cizreli Abdülaziz Geçim amcam idile 1950 yıllarında geldi. İdile ilk gelen Cizrelilerden sayılır. Abdülaziz amca posta müvezzisi olarak postanede çalışıyordu. Arkadaşlarımız Ümit,Servet Geçimin babaları idi. Kendisi bütün çocukları Süryaniler tarafından çok sevilen saygı görülen bir aile idi.Aşağı mahalle eski çarşıda Timur çeşmesinin etrafında oturuyorlardı.
Beyaz atı Abdülaziz amca hazırladı süsledi, evinin önüne çekildi. Gelin alayı başında mıtırb gurubu kemençe davul zurna eşliğinde gelini almaya gittik. Mıtırb gurubu Midyat’tan getirilmişti. Düğün, üç gün üç gece devam etti. Kerpiç evlerde taşlı ayvanlarda,”Hara vara, Nısaybine bı kışlaya kırıwe Hanne, walate min u taya kiriwe Hanne,” kemençe eşliğinde gowend yapıyorlardı. İnsanların ayağındaki gıslawed marke lastik ayakkabılar ter içinde kalarak ayaklarda wıç wıç wıç ediyordu.
Erkeklerin kılı olması, kadınların tombolu makbüldü. Kürtlerin deyimi ile jına kalaw bam başka idi.Kıymet topluyordu. Erkekler gömleklerin üsten aşağı üç dört düğmesini şarabın verdiği ateşle açarak göğüsteki kılların etrafa görülmesini sağlayarak, öz güvenle rakiplerine meydan okuyorlardı.Evde yapılan şaraplar, keskin ev rakıları, erkeklerin önüne sıtılarla servis ediliyordu.Kafalar serhoş oluyordu. Şarkılar kurmanci söyleniyordu, halay çekiliyordu.Hanna’nın amcasının oğlu Davud ido, Davudi bir ses tonu ile 1940’ların meşhur Kürtçe şarkısını söylerken, Etrafta dinleyeler alkışlıyordu.Müziği sevenler, aşkta kısmetini alamayanların kalbini kebap gibi cız cız ediyordu.Bazıları ya sıtar ya sıtar bu sese diyordu.
Sol elini, sol kulağına koyar, Kürtçe “Sofi ibrahim ko debeje ez pir u kal buma le dıle jar kat pir nabe “ 1940’ların en meşhur şarkısı idi. Deyince ortalık kırılıyordu. Aşkını kaybedenler, yeni aşka gelenler birbirine karışıyordu.
Sofi ibrahim ihtiyar oldu deniliyor. Ama ben derim ki kalbi dağlı, viran olanlar hiç bir zaman ihtiyar olmaz. Deyimi ile kalplere orman baltası vuruyordu. İnsanlar koca tas dolu şarabı bir nefeste içiyordu. Aşkını arıyordu, yanlarında kimse yoktu.Düğünde insanlar, müzik eşliğinde, şarap içerek felekten bir gün yaşadılar.İnsanlar gönlünü hoş eti.Aşk yaşadılar.Kalplerinin kirini atılar.
Diyarbakır NATO Karargahından Hanna’ya iş teklifi 1958-59 yılları
Doktor kontrolü için Diyarbakır giden Hanna NATO birimine gider. İstanbul’dan Fransız koleji mezunu olduğunu, iş aradığını izah eder.
NATO şefi ile görüşür. Fransızca, biraz İngilizce konuşunca, yetkililer, Hemen burada kalmasını ister lojman tahsis edebileceklerini söylerler. İsminin Hanna olduğuna sevindiklerini belirtirler. Hanna teklifleri kabul eder hemen işe başlar.Çevresi, artık onu Natocu Hana olarak biliyordu.
Nato, Mardin kalesinde gözetlemek için radar kuruyordu.1500 metre yükseklikte bulunan Mardin kalesi üzerinde büyük bir projenin inşaat yapımını Fransız inşaat firması DUMMES üstlenmişti. Firmanın sorumluları Mardine gelirler.Yanlarında Fransızca konuşan sorumlulardan biri de Hanna Hanna Hannuş bulunuyordu. Zamanın menderes Hükümeti’nden gerekli belgeler ve izinler alınmıştı.
Şu an Mardin’de bulunan radarın temeli atlıyordu. Fransız müdür ve Hanna tek yetkili idarecilerdi. Yeni işçi alımları olunca Hana idili unutmamıştır. Haber gönderir hemşerilerine gelin iş var çalışın derdi. Bezo konaç, Eyüp Küçe, Sleman Mirane, Görgis Sağ, Habib Özmen ve başkalarına ekmek kapısı açarak iş alırdı. İdili ne kadar sevdiğini ne kadar paylaşımcı olduğunu bir daha gösterdi.
Bu insanlar burada iş alınca Mardin’de dedikoduya sebep olur.Güya Hanna, Sadece Süryanilere öncülük ediyormuş. Dedikodu üzerine devrin Mardin Belediye reisi, Mardin valisi Sülükoğlu görüşür,Hanna’ya, Fransız müdüre haber gönderir, vali makam aracını şirketin kapısına gönderir,Vali konağına gelmelerini istenir.Fransız müdür davetiyeyi kabul etmez, hayır biz sizinle gelmeyeceğiz der.Fransız konsolosluğunu devreye sokar hemen gitmezler.
Daha sonra şirketin makam jipleriyle istenilen yere gidilir.Görüşme gerçekleştirilir. Belediye başkanı,Hanna’nın eline bir liste verir listede şirkete işe alınması için yüzlerce insan ismi vardır. Hanna tercüme eder. Fransız müdür kafasını sallar; hayır hayır hiç biri işe alınmayacak, sizler benim muhatabım değilsiniz. Ankara gelsin, bizden istesin, siz değil der. Reis Arapça olarak Hanna’yı tehdit eder.Hanna’da tehditlere gülerek geçer.
İsfis, Hespite balık tutmaya
Hanna askeriyeden büyük şahsiyetlerle, iki pikap halinde idile doğru yola çıkarlar. Birinci pikap idile gelir, ikinci pikap gecikir. Bunun üzerine tekrar geri dönülür, Duruma bakılır. Bu ara Hanna’nın idile geldiğini duyan eski arkadaşı Kerimko Hanna’yı bulur,Hanna Kerimkonun refakat etmesini ister. Hanna Kerimkoya, “Canım seni pikaba almak ister ama görüyorsun pikapta yer yok.” ,Abdulkerim ” Fark etmez ben pikapın acık olan kısmına otururum” der. Israr edip pikaba biner. Kerimo iyi niyetli oruçlu idi. Pikap bır hasko mıntıkasının keskin virajlarında ilerlerken midesi bulanıp kusunca dengeyi kaybeder, pikabın önüne düşer. Arka teker boynunu zedeler. Pikap Hırabe Şerefe çıkar.Hanna camı açar arkaya bakar, Kerimoyu göremeyince Fransız arkadaşına hemen dönelim.Arkadaşım arkada gözükmüyor. Dönüş olur. Bi bakarlar Kerimo yerde canlı yatıyor. Hemen pikaba alırlar, Diyarbakıra doğru yola çıkarlar. Fazla zaman geçmeden Kerimo yolda hayatını kaybeder.
Cenazeyi idile getirirler. Hanna zaten tanıdıktı. Hanna Kerimonun karısına, şeref sözü verir.Çocuklarına bakacağını söyler.O zamanın parasıyla 16000 bin lira merhumun karısına verir. İnsanların huzurunda parayı alır, resmiyete şikâyetçi olmayacağına dair söz verir. Cenaze Harabe şerefe getirilir. İdil’den rahmetli Pıtrıs Gösteriş amca cenaze törenine katılır. Cenaze defin edilirken Amer adında biri orada Pıtrıs amcaya saldırır. Pıtrıs amca araya niye mezarlığa gelmişsin diye azarlarlar def olmasını ister. Daha sonra maktulün karısı tekrar Hanna’dan Şikayetçi olmak için İdil Savcılığına dilekçe vermek ister. Savcı ”Bak sen parayı aldın.Olayda kasti bir durum yok.” Diyerek dilekçesini almaz. Serüven dolu bir hayat.
Radar inşaatı biter. Şirket Lübnan’da başka bir proje alır. Hanna şirketle beraber Lübnan’a gider. Lübnan’da savaş başlayınca burayı terk edip 1983’te Parise yerleşti.
Bu anlamda, karizmatik liderlerin neredeyse bütün vasıflarını üzerinde taşıyan, sosyal yaşamda tetbikan başarabilmiş olan Hanna Hannuş, idil aşığı olan aziz dayım Pariste 2018 yıllında Hayata gözlerini yumarak aramızdan ayrıldı. Arkasında büyük boşluklar bırakarak veda etti.
İnsanı insan yapan en önemli değerlerden birisi vefa duygusuna sahip olmaktır. Bu özlü tanımıyla “ yapılan çalışmaları iyilikleri unutmamaktır. Verilen güzelliklere karşılık deha güzel davranışlarla karşılık vermektir. En azında toplumda yaratığı değerlere sahip çıkma adına bir kez olsa dilendirmek, dile getirmek gerekmezmiydi?
Son kırk sene zarfında hangi Cemiyet, Kuruluş yaptıkları etkinliklerde bırakın davetiye göndermeyi. En azından ismini yad edip anmıştır. Ben görmedim ve duymadım. Peki, bunun ismi nedir? Vefasızlık vefasızlık…Unutmayalımki yaşadığımız toplumda bu tip insanları, davranışları, iletişimi arar olduk.
Sen yatılı mekteplerin soğuk duvarları, ıssız odalarında göz yaşı dökensin,
Sen gurbetin kıyısında ölen sahipsiz betbaht şair, kalp öksüzüsün,
Solgun yüzlü, ince ruhlu; arkanda keko, bıra ağıtı yakılmadan gidensin.
Baş ucumda kaldı, en uzak en yakın hatıraların, annemin temiz,
Yüzü gibi, ne zaman aklıma gelsen üzülürüm ağlarım.
Lahdo Sağ
Güncelleme Tarihi: 04 Kasım 2020, 09:24
Degerli yazarimiz Lahdo Bey. Yine yen i bir yazinizla bizleri sasirtacak kadar surpriz, heyacan. Aci, sevincle beraber karisik duygular yasatinizki bize, öyle guzel dile getirdinizki, sizi her zaman tebrik ederim. Siz bizim bilgi kaynagimizsiniz. Bizim size ne kadar tesekkur etsek azdir. Yazilarin böylelerine ustalik, zaman, dusunce ve butun bu informationlari toplamakta var. Hanna amcaya Allahtan rahmetler, mekani cennet olsun. Böyle insanlar ölsede, isimleri hatiralari yasatiliyor ve ebediyen aniliyorlar. Böyle bir akrabam oldugu icin gurur duyuyorum. Rahmetlinin iyimserlik, alcakgönullu, zeki, hayir sever, hikmetli ve dogru ve herkese hakkini verir ve hakkini alir bir insandi. Bu insanlar cok nadir bulunur tipki sizin gibi degerli komsu oglu. Bunun icin fikrinize aklina zihnineze hayranim ve gurur duyuyorum. Makelenizde cok muhim noktalar dikkatimi cekti, mallesef bazen en dost bildigin guvendigin insanlara sirtindan vurulup mizrap gibi kalbini deliyor. Insanlarda guven, durustluk ve Allahin korkusu kalmadi. Ama dogru bir insan vurulsada asla yikilmaz ama elbet adalet hak yerini bulacaktir.
Ama dunyada iyi durust insanlar var sizin gibi degerli yazarimiz Lahdo bey. Senin kalemin elin var olsun ve daima Allah sana ve ailene sihhat ve kuvvet versin.
Issiz odalarda göz yasi döktuyse.
Gurbetin kiyisinda sahipsiz kaldiysa.
Arkasindan agitlar yakip aglandiysa
Ama rahmetli ve cok degerli Hanna amca her zaman.
Karizmatik lider olarak anilacaktir.
Ne mutlu böyle insanlara. Ne mutlu böyle insanlara.
Saygi sevgi hurmetlerimi sunarim.