İDİL’İN ESPRİ KÜLTÜRÜ - 3
Mehmet Emin Demir.
İdil’de Mehmet Eminê Parçacî diye tanınırdı.
Bu şekilde adlandırılmasının sebebi İdil’de ilk defa parça şeklinde kumaş satmasıydı. Tekstil üzerine ticaret yapan yerlerden arta kalan kumaş parçalarını getirip İdil’de sattığından, ona Mehmet Eminê Parçacî dediler. Müşterilerinin hemen hemen tamamı İdilli kadın veya kızlardı.
Fakat muzip bir kişiliği vardı. Şaka yapmaktan hoşlanırdı. Hem kendisi güler hem de çevresindekileri güldürürdü. İstedim ki bugün kendisinin maceralarından bahsedeyim. İnşallah kimse bize kızmaz. Zaten yazıyı yazmadan önce ilgili taraflardan izin almış bulunmaktayım.
Şahsen İdil’de benim en çok uğradığım dükkanlardan biri adaşımın dükkânı idi. Zaten beni çok sever ve bana “Adaş” diye hitap ederdi. Her ne hikmetse anlaşamadığımız halde arkadaşlığımız devam ederdi. Hala da anlaşamıyoruz ama bayramlarda akrabalarımdan önce onu ararım.
ilk önce onun Nimet Evsen ile yaşadığı bir olaydan başlayalım. Nimet Evsen daha yeni evlenmişti. Tabi bizim Mehmet Emin, evleneceklere veya yeni evlilere takılmayı çok severdi. Nimet, evliliğinin ilk haftasında onun dükkânın önünden eve giderdi. Gelip geçerken hep Nimet’e takılırdı: “Sanki bu dünyada senden başka evlenen kimse yok mu? Zan edersin ki bir tek sen evlisin. Hep eve gidiyorsun. Hiç dışarı çıkmıyorsun.”
Yine bir gün Nimet eve giderken Mehmet Emin; “Hayrola neden böyle dolanır durursun ve hep evin yolunu tutarsın?” diye ona takılır. Nimet; “Ne yapayım, nereye gideyim?” diye cevap verir. “Gel benim dükkanımda otur. Sana anahtarları vereyim. Sabahları gel dükkânı aç, gün boyunca yanımda otur. Ben senin öğlen yemeğini verir, akşam giderken de yevmiyeni öderim” demiş. Ama gün boyunca yanımda oturman ve eve gitmemen gerekir diyerek olayı bir şarta bağlamış. Nimet “Bak gelirim, sonra da söylediklerinden cayarsın” diye mukabelede bulunmuş. Bizim Kürtler “Talak” diye bir yemin içerler ya. İşte bizim Parçacî de böyle yeminler içerek, sözünden caymayacağını söylemiş.
Ertesi gün Nimet gelip dükkânı açmış. Zaten anlaşmanın içinde çalışma olmadığı için Nimet kurulmuş koltuğun üzerine, bizim Emin ise çalışmış. Öğlen vakti gitmişler Şerif abinin lokantasına. Bizim Emin kuru fasulye istemiş. Nimet bir buçuk kuşbaşı istiyorum demiş. Mehmet Emin’in morali bozulmaya başlamış. Akşam vakti Nimet ayrılmadan önce o zamanın parası ile 250.000.-TL almış.
Tabi ertesi gün dükkânı tekrar Nimet açmış. Yine kurulmuş koltuğa. Tabi öğlen yemeği. Akşam yevmiye. Mehmet Emin iyice kızarıp bozarmaya başlamış. Ama ettiği yeminleri hatırlayıp susuyormuş. Üçüncü gün aynı şey yaşanmış. Ama Mehmet Emin yavaş yavaş söylenmeye başlamış. “Bir şaka yapalım dedik, başımıza gelenlere bak” türünden dokundurmalar yapıyormuş. Neyse üçüncü günün sonunda Nimet, “Bu kadar yeter” deyip Mehmet Emin ile vedalaşmış. Günümüzde dahi Mehmet Emin, Nimet’in servetine ortak olduğunu söylüyor. Benim verdiğim paralar sayesinde ticaret yaptı, kazandı diyerek ben onun mallarına ortağım diyor.
Aslen Midyatlı olup İdil’de PTT Müdürlüğü yapan Hacı Ali Şahin diye bir arkadaşımız vardı. Ben, Hacı Ali ve Mehmet Emin güzel bir üçlü oluşturmuştuk. Doksanlı yıllarda İdil’de PKK’nın eylemleri, Devletin verdiği karşılık derken çok olay olurdu. Onun için geceleri hiç kimse evinden çıkmazdı. Öyle ki İdil’de sadece iki ezan okunurdu. Öğlen ve ikindi ezanları okunur, diğer üç ezan okunmazdı. Bu nedenle sosyal hayatımız bitmişti. Biz üçümüz cumartesi ve pazar, yani hafta sonlarında, gündüz vakitlerinde lokantalardan birine gider yemek yerdik. En büyük zevkimiz buydu. Tabi hesabı her hafta birimiz öderdi.
Bu arda Hacı Ali ile Mehmet Emin arasında, “Müdür-Esnaf” rekabeti vardı. Biri ben “Müdürüm” derken diğeri ben “Esnafım” derdi. Aralarındaki gariban ben idim. Bazen Hacı Ali ev telefonundan (Zaten o yıllarda sadece sabit telefonlar vardı) Mehmet Emin’i arardı. Yenge Hanım telefona çıkınca; “Esnaf evde mi?” diye sorardı. Yenge; “Esnaf da kim?” diye cevap verince, Hacı Ali gelip dükkâna gelip; “Yenge Hanım daha senin esnaf olduğunu bilmiyor. Hele sen beni bir ara ve Müdür Bey evde mi diye sor. Eşim hemen evet ya da hayır diye cevap verir.
Mehmet Emin, Hacı Ali’ye; “Sen çok fazla gaza geliyorsun. Hemen gelip bana çatıyorsun. İnsanlar benle seni çatıştırmak istiyorlar. Yani iki horozu dövüştürmek istiyorlar” deyince. Hacı Ali; “Sen ne zaman horoz oldun. Hadi ben horozum ama kendini benimle aynı kefeye koyma” diye cevap verirdi. Hatta bir ara Mehmet Emin, Hacı Ali’nin evine gitmiş. Akşam yatıya kalınca bir pijama istemiş. Hacı Ali küçük oğlu Abdalla (Abdullah)’ın pijamasını getirmiş.
Neyse biz gelelim bizim lokanta işine. İdil’de, aşağı çarşıda, ikinci katta bir lokanta vardı. Xırabê Rapin (Tepeköy)’li biri çalıştırıyordu. Biz üçümüz oraya gittik. Hesap ödeme sırası bende idi. Ben Mehmet Emin’in yanına, Hacı Ali ise karşımızda oturdu. Bizler saç tava yemeği sipariş ettik. Yemek pişene kadar sohbet ediyoruz. Baktım, bizim Mehmet Emin cebinden bir tomar para çıkarıp, Hacı Ali’ye; “Sen PTT’nin muhasibisin, şu paraları bir say bakalım” diyerek şöyle bir hava attı. Hacı Ali saymaya başladı. Bazen lira, bazen mark, bazen de dolar cinsinden paralar vardı. Sayılamaz kadar karışıktı para tomarı. Fakat bu arada Hacı Ali, paradan 250.000.-TL çıkarıp dizlerinin üzerine attı. Mehmet Emin bunu fark etmedi. Hatta ben para tomarını geri alan Mehmet Emin’e “Paranı iyice kontrol et” diye uyarıda bulundum. Hacı Ali bana sert bir bakış fırlattı. Ben anladım ki yemeğin ücretini o paradan ödeyecek. Tabi benim de işime gelmişti bu durum.
Neyse yemekler geldi. Afiyetle yedik. Çay içerken; “Bu hafta sıra kimde?” diye sordu Hacı Ali. Ben bir şey demedim. Kimse bir şey söylemeyince Hacı Ali kızdı: “Kardeşim bir daha böyle yapmayın. Sıramız belli olsun. Sırası gelen parasını ödesin. Bu hafta ben ödeyeyim. Ama bundan sonra sırayı takip edin.” Tabi bu arada bir iki kez bu hafta “Bendensiniz” dedi. Mehmet Emin kulağıma eğilip; “Bırak ödesin, kerizdir” diyordu. Neyse Hacı kalkıp o indiregandi ettiği paradan hesabı ödedi. Paranın üstünü de aldı. Para üstü kalınca biz bir de tatlı yiyelim dedik. O zaman İdil’de pastane yoktu. Başka bir lokantada satılıyordu. Ama bitmiş. Tatlı bulamayınca namaza gidelim dedik. Merkez Şeyh Seyda camisinin giriş kapısında durduk. Hacı Ali; “Ben PTT’ye gidip namaz kılacağım” deyince ben de eve gideceğimi söyledim. Mehmet Emin Camiye gidecekti. Hacı Ali cebinden paranın üstünü çıkarıp; “Mehmet Emin, bunlar senin, al bu parayı” dedi. “Hayır bunlar benim değil, almam falan deyince, Hacı Ali “Uzatma al, al” deyip kalan parayı onun avuçlarına sıkıştırdı. Tabi ben eve doğru kaçtım. Hacı Ali de PTT’ye doğru hızlı adımlarla gitti. Bizim Mehmet Emin caminin kapısında olayın şoku ile donakaldı.
Akşam sabit hattan aradım onu; “Ne yapıyorsun?” dedim. “Ne yapayım, bir duvara yaslanmış gariban gariban oturuyorum. Siz bana niye öyle yaptınız? Beni nasıl bir oyuna getirdiniz? Vallahi namazda iken ayakta Tahhiyyatüyü, oturduğum da ise Fatiha’yı okuyordum. Namazımı bozdum sizin yüzünüzden. Camide lokantacıyı yakaladım. O paraları niye aldın, benim paralarım olduğunu bilmiyor muydun?” diye adama çıkıştım. Lokantacı; “Kardeşim ben paranın kime ait olduğunu nerden bileyim” diyordu. Mehmet Emin iyi bir gol yemişti.
Çatışma döneminden sonra ilk defa bir dondurmacı açılmıştı İdil’de. Hatta dondurmayı yemek kaplarında verirdi. Ben Mehmet Emin’in orada oturuyorum. “Hadi Mehmet Emin abi sana bir dondurma ısmarlayayım” dedim. “Hadi” dedi. Kalktık gittik. Dondurmalarımız geldi. Ben acele acele yedim. Tabağımı bitirince; “Emin abi, şurada bir arkadaş dama oynuyor. Onu da çağırayım da bir dondurma ısmarlayayım” dedim. “İyi hadi git” dedi. Ben bir iki defa arkadaşı ismi ile çağırıp gittim. Bir daha da dönmedim. Tabi Mehmet Emin beni beklemiş. Gelmeyince hesabı ödemek durumunda kalmış.
Ben ise yine dükkanının önüne gidip oturdum. Baktım geliyor. Daha uzaktan el kol hareketleri yapıyor: “Kardeşim git hesabını öde. Ben ödemedim. Şunlara bak yahu. Benim düşmanlarım, dükkânımın önüne gelip oturuyorlar.” diye bağırıyordu. Neyse bir süre güldük.
Bizim Emin baktı ki olmuyor. Nusaybin’e taşındı(!) Halen Nusaybin’de yine tekstil üzerine bir dükkân çalıştırıyor. Bir ara Nusaybin’e gittim. Onu aradım. “Ben Nusaybin’de değilim” dedi. “Abi araştırdım dükkandasın” dedim. Güldü. Neyse dükkâna gittim. Biraz oturduk. Eski günleri yâd ettik.
Ama Hacı Ali ile gitsek, Mehmet Emin’in Nusaybin’den de kaçacağına inanıyorum.