80'li yıllarda İdil'in civar köylerinden, bozkırdaki patika yollardan yürüyerek bostan ve üzüm bağlarının olduğu güzergahtan geçip, sabahın ilk ışıklarında, ellerinde satacakları ürünlerle çarşıya varırdı köylü Kürt kadınlar.
Çarşı dediğime bakmayın,
Cizreli'ler "iki dükkan bir çarşı İdil İdil" diye dalga geçerdi her futbol maçında, küçük olmasıyla..
Yaz mevsimi boyunca gözü gibi koruduğu üzüm bağında nöbette beklerdi Aşık Samo.
Ağzından çıkardığı enstrüman sesleriyle
birlikte okudugu nağmeler, senfoni orkestrasını aratmadı hiç.
Hazin sesiyle rast makamında;
sensiz kalan gönlümde bilki hayat virane, sen yoksun ya yanimda, bu alemden bana ne, bu dünyada sevmeyen ya deli ya divane, şarkısıyla üzüm bağını çeviren sarı delikli, taştan duvarların arasına hüznü sığdırırdı sıva niyetine hece hece ..
Samo, engelli oldugundan evlenememiş, evlilik hayalleriyle yaşardı hep.
Genç kızlara olan hayranlığını köyde bilmeyen yoktu.
Bunu fırsat bilen köyden satış için gelen köylü genç kızlar, Samo'yu lafa tutar, aralarindan bir ikisi de üzüm bağına girer sırtlarında taşıdıkları el işlemeli rengarenk heybelerini üzüm ve incirle doldururlardı.
Durumu iyi olan köylüler, çarşıya getirecekleri yüklerini, katır yada merkeple taşırdı.
Fakir olanlarsa ellerinde taşıdıkları bakır sıtılda yoğurt ve kamıştan örme sepet içinde yumurtalarla İdil'e kadar yürürdü saatlerce.
Çarşıdaki dükkanların önünde kâh dolu heybelerin ağzını açarak, kâh yere serdikleri el dokuması küçük kilimlerin üstüne dizerek üzüm, incir vs acur vs sebze meyveyi satmak için müşteri beklerlerdi.
Elde etikleri kazancla esnaftan yağ, şeker, un ve tuz gibi ihtiyaçlarını alıp tekrar köylerinin yolunu tutarlardı.
Köy yogurdunun ilk müşterisi, İdil'deki İkiz lokantasını işleten Hamede Aşçı amca olurdu.
Tüm genç kızların yoğurtlarını alırdı ihtiyacı olmadığı halde, sırf onlarla sohbet edebilmek için.
Öncesinden Cizre'den göç edip İdile yerleşmişti ailesiyle birlikte.
Hristiyan Mahallesi diye adlandırılan bizim mahallede ev kiralamış, Girco ailesine komşu olmuşlardı.
Bizlerle senelerce iç içe yaşamış, çocuklarıyla mağalede top peşinden koşmuş ve Timur çeşmesinin suyunu içtik yıllarca, kana kana, kardeşçe.
Aynı ekmeği paylaşıp, aynı taşa kaşık salladık; ayrı gayrımız olmadı hiç...
Seneler öncesinden Almanya'ya göç etmiş, kazandığı birikimlerle İdil'in alt çarşısında dükkanlar yaptırmıştı Habib amcam.
Dükkanların birini çocuk başımla babamla birlikte işletirdik ikimiz.
İçinde Nevşehir'den kamyonlarla getirdiğimiz tuz, patates, sogan ve sebze satardık.
Dükkanımızın çaprazında ise büyüklüğü iki metreyi bulmayan ayakkabı tamirciliği yapan Süleyman amca vardı.
Asıl meslegi kasaplık olmasına rağmen akranım olan oglu Fırat ile birlikte yırtık ayakkabıları diker, parçalanmış ayakkabılardan kestiği parçalarla yaptığı pençeyi, altları yırtılmış ayakkabılara ağzında tuttuğu ufak çivilerle çakardı güneş görmeyen köhne dükkaninda.
Süleyman amcanın askerlik yıllarında, komutanı kendisine "çabuk çabuk gel" diye başladığı anısını anlatırken yaşadığı coşku eşrafın aklında kaldığından, ondan bahsedilirken halk arasında Süleyman Çabok olarak adlandırıldı hep.
Kendini sabah doğan güneşin sıcaklığına teslim eden Ammo Babbe bağdaş kurup sırtını duvara yasladıktan sonra cebinden çıkardığı Suriye işi tabakadan kaçak tütünü, derisi çatlamış, sigaradan sararmış parmaklarıyla sarıp sigara yapar, muhtar çakmağı namıyla meşhur, çaktığında tüm sokağa koku yayan gaz çakmağıyla da tüm dertleri, kederleri yakar gibi sigarasını ateşlerdi yan komşudaki çaycıda yapılan kaçak aşk sohbetlerine nispet yapar gibi.
Çıkıkçı olan Babbe (Hamis) amca ben dahil köydeki yüzlerce insanın kırılan kol ve ayaklarını düzeltti bildiği doğal yönetmeleriyle.
Mağalede düşüp kolunu Babbe amcaya sardırmamış genç yoktu sanırım o yıllarda.
Öğlene doğru çarşıdaki sesizilik yerini hareketliliğe bırakır, insanlar kendilerini işlerine verirdi.
Bu hengamenin içinde çarşının sessizliğini Fakir Cemal bozardı.
Elinde tuttuğu sürahinin içindeki buzlu suyu esnafın yüreğini serinletirdi.
Üzerindeki yırtık pijamayla ayağındaki cızlavet ayakabbısıyla hayatın yokluklarına kafa tutar geçim derdi peşinde koşardı tüm gün boyunca.
Akşam üstü çarşıda atılan voltalarda günün muhasebesi yapılır, akşam yapılacak komşu ziyareti ya da duvar dibine çağrılan komşuyla yapılacak keyifli sohbet konuşulurdu.
Mansur kahvesinin önündeki elektrik direğindeki tahta panoda Lahdo'nun sinemasında oynayacak filmin afişleri asılı dururdu.
Paramız çıkışmadığından, Lahdo bizleri sinemaya almaz filmin yarısından sonra kapıda bekleyen yeğeni İbrahim hoca bizleri içeri salardı hep.
Zaten almazsa sinemanın bitişik evinin damına çıkar, havalandırma için açılan büyük deliklere film oynarken tıkılan pamuk dolu çuvalları çekip illa izlemenin yolunu bulurduk gelen filmi.
Gerçi her defasında bir iki dakika içinde yakalanırdık, ve nasıl anlıyor buraya geldiğimizi diye düşünür bulamazdık, çuvalı çekince ışıksız salona mızrak gibi içeri giren ışığın bizi ele verdiğini..
Arada bir filmin en hararetli sahnesinde film kopar salondan koca bir uğultu yükselirdi.
Eğer ki başrollerini Behçet Nacar ve Zerrin Egeliler paylaşıyorsa.
Devreye makinist Kopo Hasan girer ve kısa süre sonra tekrar seyirciler yarım kalmış hülyalara dalarlardı.
Kış mevsimine doğru, katırlarının heybelerine yükledikleri taze zeytin ve narlarla Silopi’nin İdil'e yakın olan köyleri Herbole ve Dere’den İdil’e Keldaniler gelirdi.
Mallarını para ve buğday karşılığında satarlardı.
Bu günlerce sürerdi.
Annem Bir tas buğday için bir heybe dolusu nar alır çok sevinirdim kârlı bir takas yaptık diye.
Oysa gelenlerin köyünde ekilecek düzlük olmadığından onlar da benim gibi kârlı olduklarını düşünüyorlardı eminim.
Konaklayacak yerleri olmadığından, genellikle kilise ya da tanıdıkları eş ve dostlarının evine misafir olurlardı.
Çocuk yaşımızda, Keldani, Asuri, Nasturi gibi kavramları yoktu. Bunları çok daha sonra Avrupa’da öğrendik.
Çeşitli isimlerle tanımlanan bu zengin kültürün isim kavgasının yapıldığına da şahit olduk yaban ellerde.
O zamanlar Ezidi halkından da birçok insanın evsahipliğini yaptı Süryani halkı, sorusuz sualsiz ve önyargısız.
Ezidi, Mhalmi, Süryani, Kürt ve Türklerin birlikte yaşadığı topraklardan kopup, Avrupa’da, Alevinin kestiği etin yenmediğine, Süryani ve Ermeni'nin ölürken ardlarından rahmet okumanın günah olduğunu, caiz olmadığını öğrendik şu ölümlü dünyada.
Bu kadar ayrıştırmanın beraberinde getirdiği felaketlere, savaşlara şahit olduk maalesef.
Halbuki bu halkların ortak tarihi, bu halkları karşı karşıya getirmeye çalışanlardan daha büyüktür.
Birbirimizin dilini öğrendik ve konuşuyoruz.
Aynı coğrafyada aynı kaderi paylaşıyoruz.
Coğrafya kaderdir demişti altı yüz yıl evvel İbn-i Haldun.
Ve aynı coğrafyada doğup farklı isimle anılan tüm halklar aynı acıyı aynı sevinci illa ki yaşar zamanın dar sokaklarında günü geldiğinde.
Köylerimiz eş yaşam için senelerce yegane örnek oldu yaşanan birkaç nahoş olaylar haricinde.
Ya bu halklar her alanda ortak bir yaşamı benimser, mutlu günlerde birlikte sevinir yaslarında birlikte üzülürler .
Ya da gurbet ellerde vatan hasretiyle besteler şiirler yazar ya da bizlerin yabancısı olduğumuz, kendisinin bizlere yabancı olduğu yabancı topraklarda gömülür bedenlerimiz...
Ferit Sağ
Güncelleme Tarihi: 25 Ekim 2023, 17:36
Tüm İdil halkını içtenlikle selamlarım, Ferit kardeş kalemin hep var olsun!
O güzelim 70-80'li yıllar herbirimizin kalbine birer tarih işlemiştir, onları her andığımızda ciğerleeimiz yanar, kalplerimiz küt küt diye çalış hızını arttırır, hayaller o film sahnelerindeki heyecanlar emsali yükselir, eskilere dalar gönüllerimiz!!!
En güzel, en zevkli ama acı ve hüzün dolu yılları doya doya, bitişik ve bir arada, ufak ama kocaman olan Hazak diyarında yaşadık ve o yaşamdan gerçekten büyük zenginlikler edindik, nasıl unutabiliriz böylesine engin ve derin nağmeleri, tabiki aşık Samo'nun " o ağacın altını şimdi anıyormusun o güzel günler için bilmem, bilmem yanıyormusun!!!.." nakaratında uzun nefesinin o samimiyeti hala kalbime ısı, vucuduma enerji diye beni bugün bile büyüler sendirir, neşelendirir!
Samo'nun yüce aşkıyla yanar sevdamız ,hep sana İdil'im.
İster ırak ol, ister hayal kal herdem sevdamızsın can Hazak'ımız!
Aşkın gömülüdür her bir kalpte, ismin ebedidir Beytzabday beldemiz!
Azech her gönülde nakışlıdır, düzenli ve renkli motifleriyle, ebede gömülüdür yüreklerde Azech'ımız!!!