İstedim ki Gelesen
Muhammed Hessam adında bir okurumun, geçen köşe yazıma yazdığı yorumda bir talepte bulunmuştu; idilde geçmişte, yasanmış olan samimi, içten aşkları, sevdaları yazmamı istemişti. Samimi olmak gerekirse, bende, bu istek temelinde, buna benzer paslanmayan, eski sevdaları yazmak için altyapı çalışmalarım vardı. Yazmak için uygun bir iklim ve ortam arayışı içindeydim. Değerli okurum Muhammed, bende farkındalık yaratarak konuyu öne taşımama neden oldu.Madem öyle idi, haydi başlayalım, bakalım benim sevdalı olduğum idilim de, geçmişte kimlerin kalb,i ciz ciz etmiş, kimler tırnak kemirmiş, kimler feleğin çemberinden geçerken tokadını yemiş, bir bakalım. Bu sevda illeti, kimine kavun, kimine kelek karpuz yedirerek, zalimliğinde sınır tanımamış öğrenelim.
Ben Cizreli olmamama rağmen, Cizre’nin sevgisini, hasretini içimde taşırım. Cizre’nin geçmiş tarihi, yaşanmış kültürü, dolu dolu civatları, esprileri, günün koşularında meydana gelen olaylara yapılan müthiş yorumları, Cizre’yi kadim hale getiriyordu. Bu özeliklerden dolayı severim.Önemli dengbejlerin, alimlerin yetişmesine, yaşanmış aşkların en büyüklerine ev sahipliğini yaparak bölgede önemli bir merkezdir Cizre Bota. Ahmed’e Xane’nın meşhur memu zin hikayesi Cizre’de vücut bulmuş, evrensel aşk hikayesi olmuştur. Bölgemizin geçmişinde evrensel aşklar vuku bulmuşken, bizimde şahit olduğumuz dönemde, Aşık Hasane Aso toplumda öne çıkan bir Aşkı değerdi. Aşık “Ah felek, vah felek “diye söylenip dururdu. O çocuk yaşlarda, bizi çok etkilemiş olacak ki hala unutmamışız. Bizden de iyi bir aşık olacağı belli oluyormuş gibi geliyor bana. Ama sizi bilmem tabi?
Bu nasıl bir felektir? kimini döndürür, kimini kendine döndürtür, kimini güldürür, kimisine silenini vurur, bahtını karartıp yollara düşürür, diyar diyar gezdirir. Feleğin eline düşenlerden biride Hesene Aso’ydu. Hesene Aso, onu yakan sevda ateşinden kurtulmak için elinde sazı, avcunda kuru ekmeği, üstünde libası Cizre’den İdil’e doğru yolla düşer. İdile yorgun varır. 1970 yıllında inşa edilmiş, idilin tek camisi Şeğ Seyda Camisine sığınır. Camide yatar, Camide kalkar. Sevda ateşinden kurtulduğu zamanlarda Caminin etrafını temizler, çöpünü atar, temizliğini yapardı. Topladığı çöpleri rahmetli Tuma Delalok Sağlık ailesine ait boş tarlaya dökerdi. Döktüğü alan, şu andaki belediyenin olduğu üst kısımlar olurdu. Ahali alanı çöp mekanı yapmıştı. Rahmetli Hanna Kanalga abemiz, Hesene Aso çöpü dökerken, ona rastlar “Hasen tu çaweni (Nasılsın), Hasan “Ez beni tu dibini” (Efendim görüyorsunuz) diyerek ilginç bir cümleyle konuşmaya devam eder.”Hanna Ustam, Pantolonunda yırtık bir yer olduğunda, Süryani bir terziye gider söküğünü diktirirsiniz, yırtık olan yeri yamalatırsınız. Velakin seninde bildiğin gibi, insan aç kalınca midesine yama vuramıyor, açlık kötü bir şeydir, mutlaka doyurman lazım mideyi, mide gıdayı nerede bulduğuna bakmaz, sadece ister. Onun için herkesin yapmadığı bu işi ben yapıyorum Kirive Hanna’ye delal, Ez dıl şavitime( gönlüm yanmış) Çenebi (olmadı) “derdi. Hesen gönül vermişti Eyşoye, kendine göre, aşkına Kürtçe besteler, şarkılar yapmıştı. Boş zamanlarında, aşkına, hayaline, bu şarkıları söyleyerek, teselli oluyordu, kavuşma ümidini yaşıyordu. Kürtçe şarkısını bitirdikten sonra yavaşça Çenebi çenebi, (olmadı olmadı) diyordu. Durmadığı Cizre’de, aşk acıları dinsin, unutsun diye yolla düşerek idile gelmişti. Acıları dinmediği gibi, halk onu anlamıyordu, ona deli gözüyle bakıyordu. Bazıları ona “Hesene Din” diyordu. Bu söylem onun çok ağırına gidiyordu. “Ez ne dinim, ez aşığım aşık” diyordu. Halkın ona bu şekilde bakışı onun çok rahatsız ediyordu. Aşık Hesen sevadanın aşkında kavururken, vatandaşı deli demesi bedenine düşen ikinci yangın olmuştu. Oysa o, vatandaşın kendisini anlamasını, kendisine ilgi göstermesini isterdi ki, sevdasını onlara anlatabilsin, çektiği acıların kelimelerini duysunlar, vatandaşlar daha çok ona acısın, acısın ki rahatlasın.Durum tersine dönmüştü. İdililer onu anlamamıştı, ağızlarına ne gelirse çekinmeden ona söylüyorlardı. O sazını eline alır, akort yapmadan, saza düzen vermeden, içinden geldiği gibi aşkına seslenirdi. “L e ayşo le eyşo beje, ma ye çave çe bıbe, Ev çend sale ez berteme, ka were zalim bawe “ (le Ayşo Le Ayşo, söyle bu iş olacak, kaç senedir bekliyorum, gel artık zalimin kızı ?) derdi, uzun çalardı. Arkasından Eyşa Şan’dan şarkılar söylerdi. “Keçe tu nizani çaw reşamin kay tu nizani, heke tu mın bıki, ızna Huda tealla ez te zeru ziv bikim” (Siyah gözlüm, sen bilmesin, eğer benimle evlenirsen, Allahın izniyle altın ve gümüşle taçlandırırım seni ) Ben o yaşıma göre onun halini anlamıştım. Dinlemekte ve seyretmekte zevk alıyordum.
Hesene Aso, 180 boyunda, bütün sene giydiği kahve rengli çizgili ceketinin verdiği görünüş, aşık halini dışarıya iyi yansıtıyordu.Boynu bükük,mazlum bir duruş sergiliyordu. Aşkıyla müşkül olduğu için, fakirlik fukaralık başka bir yüktü, omuzlarında. Birilerinin ona çay veya yemek ısmarlaması için kahvede, lokantada öğle saatlerinde beklerdi. Lokantacı Tando sefer, Hemede Aşcı lokantasında, Osmane Alakamışinin masasında bulunur, yada lokantada yemek yer ücret ödemez idi. Duruşuna, edebine hayran kaldığımı her zaman yazdığım gibi Niyazi Bilgin abe, Cizre Dayanışması örneğini göstererek, Behnan Külen, Rısko hamso kahvesinde çay ısmarlardı. Eskiler boşuna dememişler “Bir sevda geldi başıma, felek su katı aşıma, unutun mu beni zalim, Aso, Hasani unutmuş olabilir, fakat Hasan seni hiç unutmadı, unutmadı, hep ismini andı.”Bedzabdy, İdil diyarını, Hesene Asoyu bizde unutmadık, andık, yaad ettik. Unutulmayacak anılar bıraktı yaralı gönlümüze
İNCİ LERZAN TAŞ MECİD ER AŞKI
İnci Hanim Eşref Taş’in kızı idi.Eşref Taş, Estel Midyat diyarından gelir İdile yerleşir. Düpiç Köyün sahibi olur. İnci Hanım, 1968 yıllarında Öğretmen okulunda okurdu. Evin tek kızı idi, nazlı ve delaldı.
Mecit Er, Kasap Mihyeddin’in oğluydu. Estel’liydi, Arapça konuşurlardı. Evleri çarşı merkezinde, Mor Şemmun kilisesi, o zaman hapishane olarak kullanılan binanın bitişiğindeydi. Mecit kamyon şoförlüğünü yapıyordu. İnci Hanımın ağabeyi Cihan’la iyi arkadaşlardı. “Hane bacısı güzelle arkadaş olsaydım misali” tesadüf müydü, hesaplımıydı bilinmez ama gerçekti.
İnci’nin Mecit’in aşkına gönülsüz olduğu söyleniyordu. Gönülsüzlüğe rağmen Mecid ile İnci bir yolculukta bir araya gelirler. Bir gün, İnci ağabeyi Cihan’la birlikte Mecid’in kamyonuna biner Midyat’ta giderler. Mecid bu fırsatı değerlendirmek ister. Mecid İnci’yi görmek için, fırsat bulmuştu, bu fırsatı işler hale getirmek için çabalamaya başladı. Mesaj göndermek için, ikisi de çakmasa, İnci’iyi süzmek için önündeki aynaya bir düzen verirken İnci Hanım’ın dikkatini çekmiş. İnci Hanım durumu anlarken çok alınmış. Mecid, İnci Hanımın zekiliğini çakmamış fırsat buldukça aynadan aradan bir bakmış, bakmış gönlüne incinin güzelliğini kaydetmiş.Mecid bu yolculukta gözüyle, gönlüyle malzeme alırken, İnci epey sıkılmış ve öfkelenmişti. İnci, İlerde Mecid’in bu durumunu istememe nedeni olarak ileri sürecekti. Ben öğretmenim, o Şoför, hayatta kabul etmem diyecekti.
Aile bu aşkın meyvesini almak için girişimlerde bulunmuş. Kasap Mıhyeddin bayramlarda, kestiği koyunun gövdesinin yarısını İnci Hanım’ın evine gönderirdi. Mecid devamlı giydiği siyah deri ceketini çıkarır, kerim usta’da diktiği yeni ceketlerini giyer, beyaz gömleğinin üsten iki düğmesini açar, göğüs kılarını havaya bırakırken, Mardin’de getirdiği bir gazeteyi elinde dolaştırarak, İnci’nin şoför’dur ben öğretmenim demesine karşılık şehirli ve okur yazar olduğu havasını yaratıyordu. Mecit efendi. Maalesef çabası boya tutmuyordu. Mecid’in bu çabalarına karşılık, İnci’nin Hazach inadı tutmuştu. Nuh diyordu Peygamber demiyordu. Meşhur Bağları, yan yana dizilmiş sıcak kerpiç evleri, daracık sokaklarında yaşayan insanlarımız aşka gelirken sergiledikleri tavırlar, birbirlerine verdiği mesajlar, kurdukları ilişkiler idili daha güzel hale getirirken, bir o kadarda insanları sempati kılıyordu.
İnci bir anda herkesi şaşırttı. Bir şartım var dedi. Herkes İnci’nin şartları gelenek ve görenekleri alt üst edecek bir talep olacağını beklerken; Altın zincir, bilezik, gerdanlık, nakit para isteyeceğini düşünüyorlardı. İnci herkesi şaşırttı ve şartlarını açıkladı. “Ben Mecidi alırım, ama ismini istemiyorum. Mecid ismi hoşuma gitmiyor, ben çevreme ve arkadaşlarıma anlatamam, Mecid ismi bana elektrik vermiyor, mıhalmi bir isim, bana anlamsız geliyor, bu ismi düşündüğümde ihtiyarlar aklıma geliyor. İnci’nin bu talebi ve çıkışı idil toplumunun aşk sahnesinde bir ilki yaşatıyordu. İlk defa bir bayan evleneceği insanı restore ediyordu. İsmini, giyimini, duruşunu değiştiriyordu. Talebin bu sahnesi, takibi ilgiyi artırdı, daha da cazip hale getirdi. Açıklama sırası Mecid’teydi. Boynu kıldan inceydi. Hayallerini kurarken, sevdalanırken “Mecid “isminde mutlu oluyordu, Mecid ismini sevmişti. Mecid ismi şofördü, Mecid ismi ellinde gazete taşıyarak şehirli olduğunu göstermişti. Boya tutmamıştı. Değiştirecekti. Mecburdu. Boynu kıldan inceydi. Tek teselisi İnci aşkına evet demişti. Öl dese ölecek, kalk dese kalkacak, gerekirse kapısında yatacaktı, ama iş isim değişikliğine kadar geldi. Her işte bir hayır vardır. Madem ki ismimi mıhalimi, Esteli buluyorsun, beğenmiyorsun, o zaman sen bana yeni bir isim söyle? İnci fazla düşünmeden “yeni ismi yazdığı kağıdı uzatır “kendisine…
.Kağıdı açtı, yeni ismi” Bülent” diye yazılmıştı. Estelli şaşkın, çaresiz ve suskun, kağıdı kapattı tamam kabul ettim dedi. İnci bitmedi dedi. Mahkeme kararı getirildiğinde kabul edeceğini belirtti. Mahkeme kararından sonra evleneceğini söyledi. Şoför Mecid talepleri yerine getirir, Mahkeme kararıyla Mecidi Estelle gönderir, Bülenti idilde yeni isim olarak kullanır. Kimi bu karara saygı gösterirken, kimide bir karı için isim mi değiştirir diyerek tepki verdi. Mecid bir kere düşmüştü kaderin çıkılmaz ağına, sevdanın karanlığına, gelen talepleri aşkı uğruna hemen kabul etmişti. Kabul etme işine bakılırsa Mecid’in aşkı uğruna neler yaptığını, nelere katlandığını, yaşadığı toplumu görmediğini, sadece incisini gördüğünü görürsünüz. Aşıklar evlenir, mutlu bir hayat sürdürürler.
O zaman idilde yaşanmış iki nostalji aşk hikayesini dile getirdim. Sevmek sevilmek güzel bir duygu, karşılıklı sevgi ise duyguların en güzeli. Karşılık bulmayan sevgiler ise acı çektirir insana. Ama aşık pes etmez hep mutludur. Sevgisini içinde büyütür, küçükte olsa, bir umutla bekler, sevdiğini. Bakın şair ne diyor.”
Sen geleydin sen bileydin, göreydin halimi.
Kaç gün oldu gözüm yolda bekledim ki gelesen,
yaralıyam yaram derin istedim ki sen gelesin,
Ben yanmazdım hain, ben ölmezdim, gelip sorsaydın canımı.
Bütün İdil geldi, ama isterdim ki sen gelseydin sen.
Lahdo Sağ
Mezopotamya; İnsanlığın ve medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılan, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan bölgedir. Bu coğrafyada bulunan güzelim İdil’de vuku bulmuş iki büyük Aşk macerasını çok güzel bir kompozisyonla kaleme almış Lahdo Abimiz. Arasıra kürtçe(Cizre lehçesi) sözler olsun, İdil’de yaşayan kadim Ustalar olsun veya Tarihi yerlerin ismi olsun, yazıya cok güzel bir Ahenk veriyor. Makaleyi okudukça sanki bir Belgesel Aşk Filmi seyr ediyormuşçasına tatmin oldum. Ellerine sağlık Abim Lahdo. Tek kelime ile Harikuklade...