Tıp literatüründe Nevüs diye adlandırılan benler, deriye rengini veren melanin pigmentini sentezleyen melanosit hücrelerin vücudun bazı bölgelerinde fazlaca birikince benler oluşur.
Biyolojik olan bu hareket sosyolojik olarak insan hareketine şu yönden benzerlik gösterir. İnsanoğlu her hangi bir coğrafyanın belli bir bölgesinde yerleşince, ulus temelinde dünyanın vücudunda bir ben olarak sosyal yaşamlarına devam ederler. Egolarıyla, hırslarıyla, geleceğiyle, fikir ve düşüncelerini geliştirerek kaderini o coğrafyada belirler. Doğru ve yanlış yaşam hareketleriyle nüfus bu alanda birikir. Bu düşünce temelinde, İdil’de yaşayan Süryaniler, hem ulus, hem inançları gereği birbirilerine kenetlenerek, sosyal yaşamlarına İdil coğrafyasında devam ettiler. Yaşadıkları süre içerisinde İdil’in topraklarına, neşe verdiler. Sosyal yaşamına, ekonomik, kültürel bir çok değer katılar. Bağ, bahçe ve hayvancılığı geliştirerek bölgede önemli bir ilçe olmayı başardılar. İnsanları, sistemin toplumsal yapısına çabuk uyum sağlayarak, sorunsuz bir şekilde, yaşamlarına devam ettiler. Sistem Süryanileri incitmemişse onlar sistemi incitmediler. Süryaniler, ilçe merkezi olmak üzere onlarca köyde yerleşik ken, zamanla kardelen çiçeği gibi sadece ilçe merkezinde, belli bir mevsime kadar kaldılar.
İlçe merkezine bağlı köylerde, yaşayan Müslümanlar, ilçeye yavaş yavaş yerleşmeye başlayınca, ister istemez iletişim konusunda, savunma mekanizması olarak çatışmayı seçtiler. O zamanın koşullarında, iletişimde çatışmayı seçmek trendi. Devletler savaşarak kuruluyordu. Köylüler, birbirini öldürerek hudutlarını savunuyorlardı. Araplar “Wa kurmance pis” diyerek verdiği tepkiyle gelen Kürtleri küçümseyerek, ilin, ilçenin kenarında tutuyorlardı. Süryanilerin işi biraz daha zordu. Kazandıkları değerleri korumaları gerekiyordu. Bu korku içerisinde tarihte beli bir süreye kadar çatışarak savunmada kaldılar. Bazen de saldırarak tutunmaya çalıştılar. Korunamadılar. Tam korunduk derken. Avrupa ya göç etme yolu bulunca çatışma yaşamadan Avrupa’ya göç ettiler. Çok sevindiler. Arazilerini bıraktılar. Gittiler.
Müslümanlar İdile yerleştiler. Bağ ve bahçeleri ortadan kaldırdılar. Çarşı merkezinde üreticiliği değil hizmet sektörünü geliştirdiler. Bakkal, Çay ocağını, konfeksiyon dükkanları açtılar. Bağ, Bahçe işini yapamadılar. Bahçecilik kültürleri yoktu. Doğru bir devir teslim olmayınca, ilçedeki bütün maddi değerler, yeni yerleşen Müslümanlara yabancı geliyordu. Bahçecilik tamamen ortadan kalktı. Hayvancılık vatandaşların geçim kaynağı oldu. Şehircilik kültüründen, geriye dönüş oldu. İlçede köy hayatını ve ekonomisini yaşamaya başladık. Sinemacı Lahdo, Kerim Usta, Hanna Kadore, Yakup Dişçi, Samo, Şükrü Tutuş toplumun fenomeni, meslek sahibi olan birçok insan kendi toplumsal değerleri ile birlikte gittiler. Bize Kirive Samo, Keşe Yusuf ile Mele Ğızo ‘nun öyküsü kaldı. Zanaat ve Sanatlarını iş yerlerinden öğrenemeden kapandı. Öğrenmeden o maddi değerleri kaybettik.
Sonra; Bedio, Hemede Aşçı, Kopo, Dino, Aliye Semsar, Şehmus Kaplan, Av. Hasip Kaplan, H.Ebuzeyt Çevrim, Abdurrahman Abay, Beso Teyze, Salihe Bafeyi, Hüseyin Demir, Mecit Bulduk, Haci Adibelli, Eshat Çin, Şükrü Susin, Beşir Altay, Perihan Binici, Esmer Teyze, Abdurrahmane Din yeni toplumun fenomenleri oldular. Sosyal hayatın ürettiği bu insanlar, İdil sokaklarını kahkahaları ile doldurdular. Siyasetleri ile yönettiler. Esnaf olup şeker, Gömlek ceket sattılar. Mele Alaadin’in ezan sesi İdil’in semalarında süzülürdü. Bu güzel sesi insanlar çok severek dinlerdi.
Bölgede gelişen Siyasi olaylara karşı gelişen baskı, toplumu yöneten ve idare eden bireylerle birlikte, sermayeyi de söktü, başka diyarlara götürdü. Öğretmeni az, doktoru, mühendisi olmayan İdil’de tek Avukatı olan Hasip Kaplan, İdil’de önemli bir hukuk limanıydı. Toplumu bilgilendirir, gözaltına alınlara görevi gereği sahip çıkardı. O İdil’de olduğundan dolayı biz evde rahat uyuyorduk. Gelen baskılara dayanmayarak İdil’i terk ediyordu. Birçok iş insanı Mersin’e göç etti, Birçok kişi Avrupa’ya yolunu tuttu. İdil 1990 doğru giderken Süryanilerden sonra, bir nüfus daha değiştiriyordu. 1995’ten sonra yeni bir toplum geldi, İdile yerleşti. Yaşamaya başladı. İdil’in sosyal hayatına genç bir nüfus hâkim oldu.
Siyasette H.Halil Ariç, Abdurrahman Abay, Murat Dalmış, Resul Sadak siyasilerin egemen olduğu bir İdil yeniden kurulmaya başlarken, gelişim meyveleri alınmaya başlanıyordu. Hendek olayları geldi, kapıya dayandı. Mahalleler boşaldı. Yine göç başladı. Batıya sermaye giderken, Avrupa’ya yine göç başladı. İdil’in üçüncü yüzü bir daha değiştiriyordu. İdil transit yol güzergâhına dönüyordu. Başka diyarlara gitmek için İdil ilk eşik oluyordu. On yılda bir toplumsal yüzünü değiştirmek zorunda kalıyordu. Ne bir sermayeyi tutabiliyordu. Nede insanları coğrafyasında barındırabiliyordu. Topluma hizmet edecek ne kanaat önderi ne deneyimli öğretmen, avukat, doktor, aydın kalıyordu. İdil toplumsal yapı gereği kısır bir döngüye giriyordu. Gelen insanlar idil ’de tutunmayıp göçüp gidiyorlardı. Bunun sebebi neydi?
İdil’den hiç kimse isteyerek ayrılmadı. Ayrılanlar kendilerinden bir parça bırakarak gittiler. Kimi toprağını, kimi evini, kimi siyasi konumunu, kimi aşkını yani gönlünü emeğini bırakarak ayrıldılar. Bu insanların rüyalarında idil hiçbir zaman çıkmadı. Gelenler gönlü kalmış evde oturdu, gönlü kalmış arazide ev yaptı. Bu topraklarda insanların ahı vardı. Allah’ın emridir, bana kul hakkıyla gelmeyin diye emir eder. Bu emir, siz sağken helalleşin anlamı mevcut. Ya da adığın hakkı iyade et. Kul hakkı ile gelmeyin diye buyurur.
Ben davranışlarımızla, İdil’e gelerek bencil davrandık. Bu davranışımızla İdil’in bedeninde siyah bir ben olduk, hayatta tutunduk. Bu ben kanser olduğu için, hiçbir tedaviyi kabul etmiyor. Gelecek nesillere ev sahipliği yapabilmesi için bence hepimizin helalleşmesi lazım. Helalleşme “beni “ tedavi eder, vücutta uzun süre yaşar. Helalleştiğimiz zaman İdil daha yaşanır bir hale geleceğinde kimsenin kuşkusu olmasın. Onun için çekinmeden helalleşelim diyorum. Zengin oluruz, huzurlu oluruz, iyi yaşarız. Bize de lazım olan bu değil mi?
Helalaşmak kelimesi Arapça İslami bir deyimdir.
Birinin hakkı hukuku, emeği kanı ötekine bağışlaması, karşı tarafında bunu kabul etme terminolojisidir. Kısacası “ Helalaşma fiili tek yanlı bir irade değildir. Karşılıklı yapılacak bir eylemdir. Burada mağdurun adı olmalı. “ helalaşma ancak eşitler arasında olur.Türk tipi islamlığın egemen olduğu bir zeminde helalaşmanın ezbere olacağı, çürük ve “ puç bir eylem olacak.” Haydi halkını helal et demekle bütün acılar bitiyor mu ?
Ey Süryani, seni üzdüm , senin sırtından zengin oldum . Kamyonlar aldım oteller diktim. Bu maddi değerler sahip olduktan sonra, bunları yaparken yorgunluğumu sana helal ediyorum mu diyecek ? İdil’de mağdur taraf varsa Süryanilerdir. Bunun başka lamı cimi yoktur.
Buna karşı onlara. Dayatılan algı celladına aşık olma edası hakim, geçmişe girme koşulları kabullenmesi, görmemesi ezilmesine rağmen
Ezenin yanında yer alması minnet duyması, olarak tanımlıyorum. Bazı Kürt aileler İdil kilisesine ait olan arazileri 20 / 30 senedir kullanıyor, ekip,biçiyorlar, hakkı, hukuku olmadan kendileri bunları unutturma peşinde giderek, kilise halkına insanlık dersi veriyor. Tango su peşinen de iken Süryani sevdalısı , anırmalarıyla Mardin güvercinleri gibi takla atarak peşinde giderek, çizdiği zikzaklara kimse inanmaz.Bir daha asla geri gelmez ve can acısyla Çıkar gider.
Zalimin mazlumdan af dilemesi ise bir züğürt tesellisi olur. Giden gitmiştir Bu topraklarda güzellik , zenginlik başa belle gerçeği var.
İdil’de her taşın Süryanilere ait bir hafızası dili olduğun bilen gurbeti Gürbet gibi taşıyan editör. Ebdülrehmen kardeşe teşekkürler .