İDİL ÖZLEMİ VE MUHTEŞEM BİR SORU
İdil’den ayrı yaşayanların duyduğu memleket özleminin aynısını ben de yaşıyorum. Uzun boylu veya kilolu birini gördüğümde İdilli biriyle kıyaslamak, bidon ile su taşıyanlara rastladığımda İdil’deki kuyuları hatırlamak, sokakta oynayan çocuklara baktığımda kendi çocukluğuma gitmek gibi.
Hele hele içinde memleket özlemi olan bir müzik parçası dinlediğimde, gözlerimi uzun uzun tavana dikiyorum. Bazıları gibi sigara da içmem ya ben, özlemimi sigaranın dumanı ile etrafa saçayım. Sigaranın yerine ben yanıyorum.
İnsan içinde bulunduğu nimetlerin farkında olmazmış. Bu nimetlerden uzaklaştıkça değerini anlamaya başlarmış ya, bizimkisi de öyle bir şey. İdil’de iken hep şikâyetlerindik bir şeylerden. Ama gün geldi bir bardağın parmaklarımızın arsından kayması gibi kaybettik İdil’i. Düştük gurbet ellerine.
Evimiz değişti ilk önce. Sonra komşularımız. Derken sokağımız, mahallemiz ve dahi beldemiz. Çarşı başka, esnaf başka, insanlar başka başka. Bir yerlere gittiğinde ilk karşılaştığın soru “Nerelisin?” şeklinde oluyor. Etrafına boş boş bakıp yürüyorsun. Gelip geçen insanların yüzüne bakıyorsun. Memleketteki gibi bir selam bekliyorsun. Ama burada insanların işi çok herhalde. Öyle selam ile kaybedecekleri vakitleri yok diye hayıflanıyorsun.
Sonra ilk bayram ya da memlekette evlenecek birinin düğününü bekliyorsun. Sevinçler paylaştıkça artar derler ya. İşte içimizdeki sevdayı büyüten o sevinçleri, dost insanların gözlerindeki sevince baka baka büyütüyorsun. Bir de tam tersi, üzüntüler de paylaştıkça azalır. Başına bir hal geldiğinde dostlarla birlikte göz yaşı akıtmak için gidersin memlekete. Meğer ne muhteşem bir şeymiş birlikte ağlamak.
Sonraki ömrün hep özlem ile geçer. Hatırlamaya çalışırsın eski günlerini. Özledikçe nefes alışverişin hızlanır. Göğsün inip kalkmaya başlar. Patlamaya hazır bir volkan gibi olursun. Sonra geçersin klavyenin başına. Eskileri yâd edersin ve bunu İdillilerle paylaşmak istersiniz benim gibi.
İyisi mi geçmişi anmak. Ocak ayının ayazını yaşadığım şu günlerde, İdilin kışları geçer aklımdan. Eskiden sobanın etrafında kümelenirdik kış gecelerinde. Bir de çok çok eskide kaldı ama mangal diye bir şey vardı. Kömür yoktu o zamanlar. Odun ateşi kor olduktan sonra odayı daha iyi ısıtsın diye mangala konurdu. Mangalı ortaya aldıktan sonra ayaklarımızı uzatırdık ateşe doğru. Hele hele evde palamut da varsa, değmeyin keyfimize gitsin o gece.
Aile; bir baba, bir anne ve çocuklar olarak toplanır, ısıtırdık içimizi. Kim bilir belki sabaha kar bile yağardı. Yarına umutla bakan gözlerle, mutlu bir şekilde uyur ve sobadan sızan ateşin tavana yansıttığı şekillerden canavarlar oluştururduk çocukluk aklımızla. Sabah ilk işimiz, kar yağdı mı acaba diye perdeyi aralamak olurdu. Kahvaltıya koyacak peynir mi bitmiş, kimin umurunda. Peynir suyu var ya, içine soğan banıp banıp ekmeğe katık yapan bizler, meğer ne harika bir kahvaltı yapıyormuşuz.
Kış aylarının olmazsa olmazı pekmezimiz vardı. Kar beyazına pekmezin kızıllığı ne de çok yakışırdı. Cizreliler kar ile pekmezi biraz daha geliştirip, buz ile renkli bir şerbeti karıştırarak “Karşenbeş” diye yazın dahi tüketiyorlardı.
Biliyor musunuz, çocukluğumuzda İdil’de elektrikler yoktu. Gaz lambası vardı. Poh poh diye gaz lambasının silinen camı, aydınlatmaya yeterdi zifiri karanlık gecelerimizi. Ah annem ah. Her akşam lambanın camını temizler, fitilini kontrol ederdi. Hem bu gaz lambası gece lambası görevi de görürdü. Biraz kısıldığında ortalık loş olurdu. Loş ışıkta hayaller daha iyi kurulurdu.
Ben böyle yazılar yazınca bazen eleştirilenler oluyor beni: “İdil orada duruyor, madem bu kadar özlüyorsun o zaman taşın gel memleketinde otur” diye. Açıkçası bu tür eleştirilere nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. Ama belki benim gibi İdil’in dışında yaşayıp memleket hasretiyle yaşayanların söyleyeceği üç beş kelamı vardır. İyisi mi ben susayım benim gibiler cevap versin bu soruya.
Sahi biz İdil hasretiyle yanıp tutuşanlar, neden İdil’e gitmiyoruz ve orada yaşamıyoruz?
Sabah Mehmet Emin Özmen'in bu yazısını okuduğumda uzun soluklu bir yorum yapmıştım yazısına. Tahminim teknik bir soruna kurban gitti o yorum. Neyse özetle tekrar yazayım. İnsan doğup büyüdüğü, ilk mektebi okuduğu yeri unutmaz! Unutamaz! Eminim İdil ile ilgili Mehmet Emin Özmen, Abdurrahman Baran, Lahdo ve Ferit Sağ kardeşler bir yazı yazınca içten ve samimi yazarlar. Zaten okuyucu bir yazıdan haz duyuyorsa okurken yazının yazarı o yazıyı tüm samimiyetiyle, içten yazmıştır. Mesela benim gibi sonradan İdil'e gelenler her ne kadar İdil'li iseler de bu yukarıda saydığım şahsiyetler kadar İdil'li olamazlar. Hatta bir örnek vermem gerekiyor ise geçen yıl İdil ile ilgili bir yazı yazmıştım. Abdurrahman Baran yazımı okumuş ve bana sen burda burda hata yapmışsın. Sen burada burda yalnış yapmişsin?? Dedi. Neden dedim? Dedi ki sen idil'in sokaklarının tozunu yutmamişsin da ondan! Biraz düşündükten sonra Abdurrahman Baran a hak verdim. Yani alakullihal biz idil'in halihazırdaki emanetçileriyiz. Çünkü idil'de ikamet ediyoruz. Modern tabir ile suni, çakmayız!! Her ne kadar sizler; yani Mehmet Emin Özmen, Abdurrahman Baran, Lahdo Sağ, Musa Begiş , İbrahim Bulduk İdil'i terk etmiş iseniz de ruhunuz idil'de. İdille yatıp idille kalkiyorsunuz. Mesela ben bir şekilde İdil'i terk edersem sizin kadar İdil'i ozlemem. Neden; idil'de doğup büyümedim. İdil'de İlk mektebi okumadım..Berayı malûmat..