Çocukluğumuzun oyunları

 Aziz Dostlar!

 Yeryüzünün en güzel çocukluğunu yaşadık desek yeridir. Şimdi denilebilir ki; “İdil’in bu tozlu sokaklarında nasıl bir çocukluk yaşadın ki, böyle büyük bir iddia ortaya atıyorsun?” Ama ben gene de iddialıyım. Dünyanın en güzel çocukluğunu yaşadık. 

 Çünkü bizlerin zamanında bilgisayar veya cep telefonu yoktu ve oyunlarımız sanal değildi. Sokakta canlı canlı oyun oynardık. Bazen öyle oyuna dalardık ki acıktığımızı dahi unuturduk. Hatırladığımızda eve girer, bir parça ekmeğe yağ sürer, üzerine biraz toz şeker serper ve sokakta oynaya oynaya yerdik. 

 Herkesin bildiği ve genel olarak tüm çocukların oynadığı saklambaca “Pirka Veşronek” derdik. Veşronek, Kürtçe’de saklama anlamına gelen “Veşartin” kelimesinden üretilmişti. Bu oyunu hemen herkes bildiği için es geçiyorum. 

 Kanaatime göre bugünkü İdilli çocukların da bilmediği bir oyunumuz “Kûr Hejirê” idi. İki takım ortaya çıkar. Biri ebe olur, diğerleri halka şeklinde dizilirdi. Bir takım diğer takımın sırtına biner ve sırtına bindikleri kişinin gözlerini elleri ile kapatırlardı. “Kûr hejirê, ne tak tak, ne rak rak, vera xwar, hêdi hêdi” derler ve biri bindiği arkadaşının sırtından iner, ortada bulunan iki taşı bir birbirine çarptırarak ses çıkartırdı. Diğer takıma düşen görev o taşların kim tarafından birbirlerine vurulduğunu bulmaktı. Bulursa bu kez takımlar yer değiştirir ve oyun bu şekilde devam ederdi. 

 Oynadığımız oyunların aslında hayattan alındığını sonradan fark ettik. Çünkü büyüdükçe aslında gündelik yaşamımızın oyun şeklinde folklorumuza yansıdığını anladık. Örneğin “Birrê” diye bir oyun vardı. Biliyorsunuz “Birrîn” Kürtçe’de kesmek anlamındadır. Bu oyunda da her oyun gibi bir ebe olurdu. Ortada bir kişi olur ve çevresinde halka şeklinde oyuncular olurdu. Ebe merkezdeki çocuk ile halkadan bir çocuk arasından geçse idi, işte o oyuncuyu oyundan keser, yani çıkarırdı. 

 Aslında oyun sürü ile kurt çatışmasından türetilmişti. Sürüden ayrılan koyunun kurdun payına düşmesine benzer bir seremoni idi. Buna benzer bir oyun daha vardı. Çocuklar tek sıra dizilir, en güçlü kişi sıranın başında çoban rolüne girerdi. Kurt gelir en arkadaki çocuğu çobandan isterdi. “Ez nadima te bişkulekî” diye tüm bir ağızdan koro halinde cevap verilirdi. Kurt en sondaki çocuğu kapmaya çalışır, çocuklar yılan şeklinde kıvrılarak en sondaki çocuğu kurttan korumaya çalışırlardı. 

 Bir de geceleri oynadığımız sıcak taş oyunu vardı. Bir çakıl taşını iyice ısıtır, karanlıkta fırlatırdık. Sonra o taşı arayıp bulmak için en olmadık yerlere elimizi uzatırdık. Taş ısısını kaybetmeden bulmaya çalışırdık. Bulan kişi oyunun kazananı olurdu. 

 Ayrıca çizgi çizip, karşı takımın çizgilerini silme oyununuz vardı. Şöyle ki; iki grup olur mahalleye dağılır, müsait bulduğumuz yerlere çizgi çizerdik. Sonra takımlar toplanır, bu kez karşı takımlar olarak birbirimizin çizdiği çizgileri karşılıklı olarak silerdik. Oyun bitiminde takımlar buluşur ve kalan, yani silinmeyen çizgileri sayardık. Kimin çizgileri fazla ise oyunu onlar kazanmış olurdu. 

 Tabi “Ğâr” dediğimiz gülle, vazgeçilmez oyunlarımızdandı. “Manaş” dediğimizde aslında iki gülleyi hedef aldığımızı söylerdik. Genellikle karşı tarafın güllesine çarpma şeklinde oynanan oyun, çocukluğumuzun renga renk oyunlarından biri idi. Futbol oynadığı zamanlarda “Kempes” ismini alan Şükrü Yanalak, gülle oyununun pîri sayılırdı. 

 Topaç da genel olarak bilinen ama İdil’de daha çok bahar aylarında oynadığımız oyunlardan biri idi. Buna göre yerde bir çember çizilir, herkes topaçlarını orta yerde biriktirir, oyun oynayan kişi elindeki topaç ile merkezdeki topaçları çizginin dışına çıkarmaya çalışırdı. Bizden büyük abimiz olan rahmetli Hasan Tantik bu oyunun duayenlerindendi. 

 Bizim versiyonun genel oyunları bunlardı. Bizden sonraki kuşak karpuz kabukları ile savaşma gibi bir oyun icat ettiler. Ama sonunda duş almak gereken bir oyundu. Sonra topladıkları tozu bir poşete koyup havaya fırlatıyorlardı. Buna da toz bombası diyorlardı. Çünkü toz dolu poşet yere düştüğünde, bomba patlaması gibi etrafına toz savururdu. Tabi bu oyundan sonra da annelerinin dayağı eşliğinde duş almaları gerekiyordu.

05.08.2024
Mehmet Emin Özmen

YORUM EKLE