13. Yüz yılda ünlü alevi aydını, düşünürü Bektaşi Veli’ye sormuşlar:” Namaz kılarmısın?” Bektaşi Veli hızlı cevap vermiş “Bayramdan bayraaama.” İçki içermesin?” Bu keza ağır cevap vermiş .”Akşamdan akşamaaa” demiş.
Bizde bu yazımızda, Avrupa’nın dört tarafına dağılmış, Torabdin ile ilişkisini, alakasını devam ettiren, bayramdan bayrama bu özlemini hatırlayan Süryani halkını, 1960 yılların Süryanili Beytzabday, İdil’e götürmek istiyorum, siz değerli okuyucuları.
Bu gün, yüz yıllardır, Torabdin topraklarında birlikte yaşadığımız, üzerinde, kardeşliği, dostluğu, paylaşıp büyüttüğümüz topraklarda, kıyam, diriliş, paskalya bayramı kutlanıyor. Gelin bu bayramı Aziz İdil’e irdeleyelim. Bakalım.
Herkesin bildiği gibi, Avrupa, geçen hafta paskalya bayramını kutladı. Türk Medaysı, Tv’leri informatik olarak verdi.Şimdi bazıların kafasına şu soru takılabilir. Neden böyle? Aynı din,aynı bayramı neden iki sefer kutluyorlar? Çünkü bir iki gün sonra Ortodoks Hıristiyanların yani Süryani, Ermeni,Rum,Yunan ve saire devletler Julyen Takvimini takip ederler. Juline Sezer tarafında M.Ö 46 Yıllında kabul edilen, eski çağ, aktu akid 16. Yüzyılla kadar kullandı. Yıl hesaplamasında ufak kayma fark edilince, Ortodoks Hıristiyanları hala Julian eski ahid takvimini kullandığından dolayı, Süryanilerin çoğu bu kiliye ait olduklarından, bayramı bir hafta geçikmeyle karşılıyoruz. Keşke hepsi bir arada olsaydı da bu kafa karışıklığı olmasaydı. Çok tefarutlu bir açıklama olmaya bilir.Ama unutmayın Beytzabdy Torabidin Üniversite mezunuyuz, Oxford mezunu değiliz. Bu takvim terk edildi, yerine 1582 yıllında, Papa XIII Gregoryan tarafından, Gregoryan takvimi kabul gördü. Önce Avrupa daha sonra başka ülkelerde kullanarak yayıldı.Türkiye bu takvimi 1926 yılında kabul etti.Dünyanın bir yıllın 365 gün oluşunu kabul etmesi Georgyan takvimin eseridir.
Gerek dünyada, gerek ülkemizde, bu diriliş bayramının en bilinen simgeleri ve gelenekleri, ekseriyetle renga reng olan yumurtalardır. bir çok İslam ülkesinde,Türkiye’de buna dahil sanki bu kıyam bayramı sade ve sade yumurta bayramıdır. Algısı, yaygın ve çok derindir. Bana göre bu bilinçli olarak yapılıyor. Gaye basite indirgemek, bayramı yumurta ile sınırlı tutmaktır. Maneviyatın içini boşaltarak basite indirmek, kılıfına uydurarak yeni bir anlam kazandırmak, gösterilen çabaların ürünüdür.
Her Süryani bu baskıyı yaşamıştır. Geçmişte; Sosyal hayatın içinde, okulda, çarşıda, yarı bilerek, bilmeyerek “Yumurta bayramınız kutlu olsun.” Mesajınız almış ya da duymuşunuzdur. Neticede çoğunun bilmediği ya da bilmek istemediği renkli yumurtanın yanında, paskalya ( Hıristiyanlar H.Z İsa’nın batı dillerinde İsa karşılığında kullanılan “jesus” çarmıha, haça gerilip orada beden olarak öldüğüne fakat daha sonra temiz ruhunun göğe çıktığına inanırız.) Buna karşılık Müslümanlar; H.Z İsa’nın çarmıha gerilmediğine doğrudan doğruya göğe çıktığına inanırlar. Bu hususta, Kuran-ı Kerimde Nisa Süresi 158 ayetinde mealen şöyle bildirildi. ” Onu asmadılar bilakis Allah’u Teala onu katına yükselti der. İsteyen araştırıp baka bilir. İki din arsında ufak farklı bir nüans olsa da, H.Z İsa’nın tanrını katında olduğu gerçeği açıklanmış oluyor.H.Z İsa’nın nefesindeki dirilticilik özeliği ebedi hayattır. Jesus’un H.Z İsa’nın küpündeki rengin kokusunu alanların ilişkisi balıkla suyun ilişkisi gibidir.
Yani ne bıkılır ne doyulur daldıkça dalınır canımıza hapishane olan bu alemde uyanarak canlarımızın, mesire Arapça kökenli dinlenme, huzur bulma yeri olan kurtarıcı Jesusus İsa’nın küpündeki dünyaya, ebedi hayata gitmektir.
50 Günlük sıkı Oruç emrediliyordu
Oruçların bir müjde habercisi olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlık ve Müslümanlık inanıcında bu böyledir. Mesih H.Z İsa dünyevi hizmetinin başlangıcında, 40 gü boyunca çölde, beriye de kaldı. 40 gün oruç tuttu. Daha sonra, Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında kilise senatosu yani meclisi bu oruca 10 gün daha ekleyerek 50 güne çıkardı. 50 gün boyunca et ve et ürünleri ve herhangi bir hayvansal gıda muhteviyatı olan yemekler yenmez. Yemek katiyen yasaktır. Yani gece çek bir adana kebap, ver bir İzmir köfte ardından gelsin bir Antep baklava yoktu. Buna rağmen insanlar buna uyardı.
Oruçlar, aydınlık bayramlara saf bir kalple, hafif bir ruhla ve yenilenmiş bir bedenle gelmemiz içindir, diyor telefonda bana Frankfurt’a ki Beytzabday kilise papazımız, kıymetli Peder Abuna Şarbel. Yoksa ben bunları nereden bilecektim. Kendisine tevdi ediyorum ve sevgi diliyorum.
Çocukluğumuzda, herkesin bildiği gibi 50 günlük olan orucu bütün Süryaniler tutarlardı. Fakirlik tavan yapsa da eski yaşlılar, kilise rahipleri, Papazları kuru ekmek ve sade su ile oruçlarını açtıklarını anlatırlardı. Büyüklerimiz, yazın çölde, ovada, tarlada, bağlarda, yazın yanıcı, kuru sıcaklar, altında İsa’nın diriliş orucunu, sevinçle karşılıyor, güller bir yüz ile uğurlamaya çalışılıyordular. Avrupalara gelen bu Jenerasyon, bu geleneği yaşatmaya çalışmış. Bu geleneği yaşatmak için kiliseler satın almış, ya da yaptırmışlardır. Bu çalışmalarda idil Süryanileri ön tarafta duruyor. Çok cılız da olsa, çocuklarına bu oruç geleneğini gene aşılamış gözüküyorlar. Sürdürülüyor. Ben şahsen oruç tutmadığım için ufak kızlarımdan ve annelerinden utanıyorum. Demek ki ufakken alışmak lazım. Bizim hayatımızın çoğu gurbete ve garabetlerde geçti. Her neyse…
Kutsal Cuma
Paskalyadan önceki ilk Cuma günü dünyadaki bütün Ortodokslar için büyük önem taşır. Kutsal Cuma, Mesihin çarmıha gerilişi ve ölümünün anılmasıdır. Yuhanna İnciline göre H.Z İsa’nın ıstırapları ve ölümünün okunmasıyla başlar.
İdil kiliselerinin çanları, dört bir yandan, İdil’de sayıları dört, bilemedin beş ev olan Cizreli, Müslüman’ı bıktırma edasına; dang dank, ding, dong yarış edercesine çalınırdı. Sesleri bırca beleke kadar giderdi. Hatta buna dayanamayan 3.cü taburdaki bazı askerlerin engeleme girişimleri olmuştu. Çanı göle atmak isterken boğularak öbür dünyayı boyladılar başka bir yazıda, belki geniş olarak yazarız. Kilisenin şu anki kubesi yoktu. Çan bu kadar yüksekler de değildi. Cizre’ye giderken Serdahle de ikamet eden sayın Şex Seyda bu çan sesleri kulağına gitmiş olmalı ki Cuma hutbelerinde, müritlerine hacca gitmeyin Hezex’e gidin oraya yerleşin diye tembih ediyordu.
Kiliseler dolup taşıyordu. Kadınlar bölümünde, zirediye denilen tahta merdivenlere çıkılan tahtadan yapılmış yüksek bir alanda, İdil’in genç kızları ellerinde İlahi kitapları, başlarında gözlerinden özürlü olmasına rağmen en üstün Merfono Öğretmen unvanını hak eden, saygı ile anılması gerekir. Bir deha muallim Torabdin’de, hiç bir kilisenin idil kilisesi gibi 1960 -1970 yıllarda kadınlı, kızlı ilahi söyleyen böylesi organizeli bir gurup yoktu. Bunu idea ile söylüyorum. Halada, bu guruplardan kalma bazı bayanla,r bu gün bile arada bir cenazelerde, aktif olduklarını görüyoruz. Kerime Mekko, Ğazele Lecum Öğlü, Nissane ,Afife Saçu, Afife Sağ tokuş, Edibe Öğlü, Naime Kartal, bunların hepsi idildeki kilisemizin eski kadın talebeleridir.
Eskiden Kürtlerin Kör İzo lakaplı dedikleri, Aziz Öğlü’nün öğrencileri idi. Diğer taraftan erkekler kısmında şu an İstanbul’da papaz olan kıymetli amcamız Yusuf Sağ, o devirde idil Süryani kilisesinde, Melfono yani Süryanice öğretmeni idi. Bu kızlı erkekli iki gurup arasında, Süryani İlahiler söyleniyordu. Namın ilerlemesiyle üstü örtülmüş bir haç, tabut içine konulur, etraflardan toplatılan reng gareng çiçeklerle örtülürdü. Diykonlar, Şemaslar, tabutu omuzlara alıp kilisede cemaat arasına inerlerdi. Her seferinde dünyanın kurtarıcısı çarmıha gerildiği haçın tahtası bu dur diye dua edilirdi. Haç ya diz çökerek ya da öpülerek haça hürmet gösteriliyordu.
Türkçe bilen cocuklar, Melfono Yusuf Sağ eşliğinde, hüzünlü bir makam ile, hepsi birden, haç altında ağlıyor. Valide Meryem nasıl ağlamasın Aziz oğluna, yaralar açılmış, evimli cesedi gül gibi solmuş ritmiyle, ağlayanlar oluyordu . Ben 7,8 yaşlarında bunun ezberlemiştim halada unutmadım. Zan edersem Behnan Konutgan, Gevriye Tan da bunu o yaşlarda ezberlemişlerdi. Öğle hatırımda kaldı.
Tanınmış bir idil’li sözlü tarihçisi geçen gün,” Lahdo” dedi bu merasim içinde, Haç altında geçme merasiminde, rahmetli Cizre kökenli Teyzemiz Fako, Hamo ikiz’in eşi geçtiğini gözleriyle gördüğünü söyledi. Ben Müslüman değil miydi? Deyince doğru dedi. Bazıları kimseler görmeden gelenler oluyordu. İdil kilisesine dedi.
Bayram yaklaştıkça
Genç kızların terzisi olarak bilinen rahmetli Kerim Usta’nın annesi Susan Teyze, evi, Veritas ayaklı dikiş makinesi ile kadınların, genç kızların uğrak yeriydi. Güzel olan bedenlere hünerli elleri ile güzellikler katıyordu. Pazarlık yapmazdı. Bu elbise uç kuruşa, bu dört kuruşa olur demezdi. İnsanlar gönlünden ne koparsa onu eline verirlerdi. Kimse den de para da almazdı. Yüzü daima güllerdi, bu güzel annemiz Susan’ın yüzü.
1950 ve 1960lı yıllarda idil’de Süryani erkek terzisi yoktu diyor idil hafıza Piri Mihayel Hannuş, “Bak Lahdo o devirde aşağı çarşıda, eski değirmenin olduğu sokakta şu anki hafıza ile Timur çeşmesinden belediyeye giden sokak ta, Eyüp Gücenin evleri karşısında, Elliye ailesinin güzel bir evleri vardı. Bu evin alt katından Midyat Süryanilerin den Melek adında bir erkek terzi gelmişti. Kendini seven parası olan orada takım elbiseler dikiyordu. Zaman, zaman asker ve subaylarında uğrak yeri olmuştu. Daha sonra yani 1960 yıllardan sonra, Erkek terzisi olmak için Mardine gidenler arasın rahmetli Kerim Kopar, Hanna Kanalga, Lahdo Kayar, Murad Saliba Koltuk Mardin’in en tanınmış Süryani erkek terzisi olarak bilinen Corç Beyt el Karuşşe ustanın yanına gidip orada, bir müddet kaldıktan sonra terzilik öğrenerek idil’e geri dönüyorlardı. Geçen Mardin de iken o dükkânı aradım. Meydan karşısında sol ele bakar denilen yol ağzında buldum. Şu an o dükkanda bir fotoğrafçı var.
Terzi dükkanında çok çıraklar yetiştirdiler. Çokları rahmete kavuştu. Lahdo Kayar abim hariç allah ona uzun ömürler versin.
Paskalya Yumurtalar neden kırmızıya boyanır
Yumurtalar form olarak doğurganlık şekli oluşu olması hesabiyle kurtarıcı H.Z İsa Mesih’in, çarmıha gerilirken vücudunun ve kanının sembolü olarak temsil eder. Yeni bir yaşam ve hayatın döngüsünün başlangıcına inanılır. İdil’de 1960 yıllarda boya falan olmadığından bütün Süryaniler, evlerinde kuru soğanların kabuklarına soyar, kabukları bir büklüm halinde yumurtalarla beraber tencereler de sıcak sularda kaynatırlardı. Yumurtaların rengi kırmızı olurdu. Evinde kırmızı soğanı olanın yumurtası kırmızı olur, olmayanın da renkleri, sarı, yeşil kırmızı, baharın renkleri, doğanın uyanışı, yeni hayat ile buluşmasını sembolize ederdi. Cizrelilerin deyimi ile kıriv hek buye heft renk, yani 7 renk olmuş derlerdi.
Bayram günleri havanın güneşli olup olmaması
İdil’e ilk gelenlerden olarak bilinen Cizre kökenli, Tahsildar İbrahim Onur, rahmetli arkadaşımız Mehmet, Akgün Onur’un babaları, Postacı Abdülaziz, Servet, Ümit Geçim’in babaları, zararsız, sesiz ve saf olmaları nedeniyle Süryaniler tarafından seviliyorlardı.
Haydo Kuş, malum rahmetli Perihan teyzemin deyimi ile erkek hasreti ile yanıp tutuşan (Be mer şevitiye) bakkal Beso Kuş, bayram sabahları evine kapanır çarşıya cıkmazdı. Çarşıdaki bayram atmosferini, Süryani erkeklerin takım elbiseli halerini, parası olup da Sümerbank malı ayakkabılarını görmek istemiyordu. İdil asıllı olan Behnan Gülen abe ve amca çocukları Ferid Külen, Şükrü Külen’in beyaz gölek modasını idil’e Adana’dan getirenlerdendiler.
Külen ailesinin Adana’da gömlek imalat yerleri vardı. Rahmetli Münir abem kardeşi bütün bu atmosferi Beso kaldıramıyordu .Evinin havlusunda havayı takip ederdi. Hava güneşli ve açık olunca bir şey demezdi. Birde hava yağmurlu ve fırtınalı olunca, kapı önüne çıkıp Allah biliyor , bakın havaya derdi, Süryaniler vallahi cehennemliktirler derdi. Hanna Malle Yakup Naze ile göz göze gelince ondan çekindiği için “ Kirive Hanna ixdade te piroz be” derdi. Bayramını kutlardı.
O devirde Hanna Nazeyi karşısına alan bir Kürd idil’de rahat gezemezdi. Onlara muhalif idi. Rahmetli babası Yakup Naze kardeşİ Şemun idil’in geleceğinin, karanlık olduğunu seziyorlardı. Samo Kanalga, Şıkro Tutuş’un tutumlarını beğenmiyorlardı. Onlara göre bunların idil’e dışarıdan gelenlerle sıkı fıkı ilişkileri vardı, çıkarları menfaate dönüktü. Şahsi çıkar ilişkilerdi. Aradan 50 kusur sene geçti, her şey gün gibi ortaya çıktı. Yakup, Hanna, Şemun Naze görüşlerinde haklı cıktılar. Bu gün Şemun Neze hala aynı görüşte duruyor. Hatta yaptık o devirde. İdil’in kaderi ile oynayanları, kaba kuvvetle bertaraf etmeliydik. Etmedik idil Süryanileri bedeli ağır ödedi, diyor. Bu görüş idil Süryaniler arasında ğalebedir, ekseriyetlidir.
Bayramlarda devleti temsil eden mülki amirleri, kaymakam, savcı, hâkim, Süryanilerle bayramlaşmak adına kilise salonuna gelirlerdi. O devirde misafirlere ev yapımı Süryani şarabı ikram etmek anormal bir davranış değildi. Çünkü kabul görüyordu. Şimdi ise ım gum bilmem, etmem yalnız olsam başka olur algısı var.Kilise Papazı kilise heyeti ve Türkçe bilen şık giyinen esnaflar, Dişçi Yakup, Mesıkko Baydar, Kerim Hosta Kopar, memurlar kulübünü çalıştıran Behnan Rısko Gülen, Hanna Kanalga, Mülki amirler ve memurlar tarafından kabul gören simalardı.
Dişçi Yakup Baydar’dan bahsetmeden geçemem. Yazılarımda onu çok ihmal ettim.Bana göre daha büyük bir manevi değere layıktır. Neden? bu şahıs idil’de dişçidir. Uzun seneler orada Süryani’sine, Kürdün’e hizmet etti. Parayı hiç bir zaman birinci derecede esas almadı. Hep hoş gönüllü hep bonger hep güler yüzlü idi. İnsani değerlere daha çok önem verdi. Mesleğinde ayrım yapmadı.
İdea ediyorum. Yakup Baydar İdil’de görev yaptığı senelerde hiç bir Süryani’den muayene, diş çekme parası almadı, aldıysa çok ama çok cüzi bir meblağ aldı. Böylesi bir değer kaldı mı acaba etrafımızda. Yakup abem Allah rahmet eylesin. Bana göre sen eşsiz sin, can sın. Abe rahat uyu ruhun şad olsun. Bana İstanbul’da gömlek aldın. Beyazıt Ankara lokantasında onlarca idillerin, hesabını sessizce ödedin. Parasız olduğun halde, insanlıkta hepimize ders veriyordun, kimse sizinle yarışamıyordu. Gözlerim yaşardı seni yazınca Yakup abe.
1960 yılarda İdil Belediye Başkanı Efrem Boşluk, aziz ve namuslu hallonun günlük not defterinde aşiretlerin kiliseye bayramlaşmaya geldiği belirtilmişti. Bayram gününde; Abdullah’e Halef, Esat Çin, Mele Ahmedin oğlu Şehmus Kaplan, Rezok köyünden, genç uzun boylu, sarışın boz rengi halim selim davranışları ile bir insan Ebuzed Çevrim. Cemaat ona kırmızı şarap ikram edince ” Dılemin dı çe ama ez dıtırsım bı elemım.” Canım çekiyor ama müptelası olurum sonra alışırım diye korkuyorum. Kahkahalar etrafı sarıyordu. Göçerlerden Mıhamede Mele, Selamane Mısto bunlara bayrama gelirlerken hem bayramı kutlardı, hemde hayvanların İdil’e mıntıkalarında otlana bilmeleri için izin isterlerdi.
Cemat itiraz ettiği konulara, onlar güllerek “vallahi Kirive Samo vılo gotiye eme vılo çe kin” vallahi dostumuz Kirive Samo bizlere böyle yapın dedi, bizde böyle yapacağız derlerdi. Ve göründüğü gibi Beytzabday, Hezex İdil ecdatlarımızın diyarının her kenarında, köşesinde sözlü tarih bizde devamını sürdürüyor, gönlümüzde duruyor. Tarihimiz ağlamaya devam ediyor insanlarımız oraları yavaş , yavaş unutuyor. Bir kaç gün evel bazı arkadaşlarla orada idim. Bu coğrafyaya sığmayan, Süryaniliğe beşiklik yapmış tarihi kilise avlusunda dururken,
Sivas asılı ermeni yazar, gezgin Hanriet Topuzyan Başoğlu karakin vartabet in, bölgeye gelerek 1879 kaleme aldığı yukarı fırat kitabındaki cümle aklıma geldi. Ey harab edilen tarihimiz ibadet yerlerimiz sizi ziyarete gelen sizi sevenleri bunca eziyet hüznü vereceğiniz aklıma gelirmiydi !
XİDO BRİĞHO KOM MORAN MEN KABRO
Paskalya bayramınız kutlu mutlu olsun
Başka bir yazıda buluşuncaya dek bakalım şair ne diyor?
Ne yazarsın , ne çizersin , yollar uzaktır der geçersin .
Gel desem de gelemezsin .
Selamınını gönder bari bayramdan bayrama.
Lahdo sağ
Sayin Karibom Lahdo Sag! Eline yüregine saglik, her zaman oldugu gibi, hasretini çektigimiz 70 li yillara götürdün bizi, rahmetli dişçi Yakup Baydar'i kisa ve net anlattin, gerçekten öyleydi, dişçilikte yaptigi bir çok hizmetin karşiligini almiyordu, çok yardim sever, gözü tok, eli açik degerli bir insandi, mekani cennet olsun, adlarini andigin terzilerinde mekanlari cennet olsun, babana rahmet bu güzel yazilarinla hasretimizi gideriyorsun, Idil haber'e emegi geçen arkadaşlara selamlar.