Mazi dediğim bindokuzyüzyetmiş; hatta yetmişbeşlere kadar bizzat bizlerinde yetişip az da olsa yaşadığı bazı inançlar, töreler, gelenekler veya uzun yıllar yaşanılan, uygulanan durumlardır. Bu aşağıda anlatacağımız inançlar köyümüzde, çevre köylerimizde; hatta bölgemizde yaşanmış durumlardır. Yaşana gelmiş inançlardır. Tarih boyunca insanlar her ne müşkülleri olursa olsun, her ne kadar imkansızlıklar zirvede de olsa bile o müşkülü hal etmek, bertaraf etmek için yöntemler, çareler ve yollar aramış, denemiş ve uygulamaya koymaya çalışmıştır. Şu an ki modern çağda bizler o zamanki insanların yol ve yöntemlerini kabul etmezsek de o insanlar kendilerince bulmuş oldukları çarelere inanmış ve bu inançları onlara (o zamanki insanlara) haz, mutluluk ve teselli kaynağı olmuş. Bu inançları nasıl kabul etmişler, nasıl uygulamışlar diye şimdi ki modern çağın insanının aklı belki kabul etmekte zorlanır; lakin örnek vermem gerekirse; babam küçük yaşta dedemi kaybettiği için çok az hatırladığı kaderiyle dedemin vefat tarihini tam bilmemekle beraber bindokuzyüzotuzbeş yıllarda vefat ettiğini tahmin ediyor. Vefat edinceye kadar defalarca hastalandığı halde doktora gidecek imkana sahip olamamış. Diyelim ki imkan olduğunu var sayalım. Zaten çevrede bile doktor bulunmamaktaydı. Hastalananlara kendilerince bildikleri bazı inançları tatbik ederlerdi. Ve de hepsi bu. Atalarımız o inançlarını, o yöntemlerini daha değişik ve başka durumlarda da tatbik ederlermiş.
Örneğin nazardan korunmak insanları değişik arayışlara yönlendirirdi. Köyümüzde her hanenin harçsız yığma taşlardan birer avluları duvarları olurdu. Son sıradaki taşların üstü ormandan getirdikleri kuru meşe çalılarıyla örtülürdü. Her evin avlu kapısının üst kısmında da bir metre uzunluğunda bir palamut sırığının ucuna ölüş bir eşek kellesi takılı olurdu. Amacı da: Evlerine gelecek yabancı insanlar veya komşular avludan içeri girmeden bu sırıtan eşşek kellesini görsün ve onu gördükten sonra avluya girip o evin insan veya hayvanlarına nazar etse de nazarları etkisini yitirsin ve zarar vermesin kanaati vardı.
Evin yeni doğum yapmış gelini; doğumunun gerçekleştiği ilk sekiz gün boyunca evden çıkmazdı. Çıkması da yasaktı. Köyde yeni doğum yapmış başka bir gelin ile asla karşılaşmaması gerekirdi. Eğer iki gelinin sesleri kazaran dahi olsa birbirlerine gitseydi iki gelinin de sütü kururdu inancı vardı. Böyle bir durumun meydana gelmesi iki bebek içinde ölüm riski taşırdı. Çünkü o zamanlarda bebeğin beslenme gıdası sadece anne sütüydü. Bebeğin başka da beslenecek bir gıda maddesi yoktu. Böyle bir durumun yaşanmaması için gelinler birbirlerine karşılıklı dikiş iğnelerini aracılar vasıtasıyla gönderirlerdi. Bu iğneler demirden olduğu için kötü ruhlu cinler onlara ilişemezdi. Ayrıca eğer o evde kuluçkaya yatmış bir tavuk var ise ve doğum yapmış gelinin sesi (ilk sekiz gün içerisinde) tavuğa gitmiş olsa kuluçkaya yatmış tavuk yumurtalarını bozar civcive dönüştürmez inancı vardı.
Meraya gidip gece çölden eve dönmeyen küçük baş, büyük baş veya binek (katır veya eşek) hayvanları kurd tarafından yenilmesin diye köydeki İmama veya Kur’an okumuş birine gidilirdi. İmam veya Kur’an bilen adam eline bir ip alır gevşek bir düğüm atar sessizce ayetleri okur ipin düğümünü de yavaş yavaş sıkardı. Okumayı bitirince düğüm sımsıkı olurdu. İmam ipe üfleyerek okuma işini sonlandırırdı. Hayvanı kaybolan kişi gönül rahatlığıyla evine dönerdi. Ertesi gün eğer hayvan kurd tarafından yaralanmamış veya öldürülmemiş olarak bulunsaydı kurdun ağzı bağlanmış kanaati, inancı oluşurdu. Eğer o hayvanı kurd yemiş olsaydı kurd ağzı bağlanmadan olayın meydana geldiği kanaati, inancı oluşurdu.
Diğer bir inanç küçük çocukların dolunaydan etkilenip hasta olmaları kanaati vardı. Bu minval üzere hastalanan çocuklar yine imama veya okumuş birine götürülür; “AYATA HEYVE” okutulurdu. Veyahut Seyyid olan yaşlı ninelere götürülürdü. Yaşlı ninelerin tedavi yöntemleri de şu şekilde olurdu. Hasta olan çocuğun annesi çocuğunu kucağına alır ve ninenin karşısına otururdu. Nine tabanı isli olan bir tava veya bir tencereyi bir eliyle tutar diğer elin işaret parmağını o ise sürterdi. Ve o isli parmağını çocuğun alnından burnunun ucuna kadar sürerdi. Daha sonra çocuğun yüzüne üflerdi. Anne çocuğunu kucağına alıp çocuğum iyileşir kanaatiyle evine dönerdi.
Köyün büyük baş hayvanlarına hastalık bulaşınca çevre köylerde bulunan bir şeyhe gidilirdi Şeyh isteklerini kabul edince bir ata bindirilip köye getirilirdi. Şeyhe köyde yapılan izzet ve ikramdan sonra; Şeyh köyün etrafını yaya yürüyerek hastalığın büyük baş hayvanlardan uzaklaşması dileğinde bulunurdu.
Medine AYDOĞAN 1 Yıl Önce
Kalemine kuvvet hocam. Okudukça gülümsedim evet bunlar bizde vardı dedim çoğu yerde. Bir kısmı hala devam etmekte. Sözlü kültürümüzü yazıya geçirmeniz pek kıymetli teşekkür ederim.
mehmeteminboskus@gmail.com 1 Yıl Önce
Medine Aydoğan kıymetli meslektaşım. Teşekkür ederim. Evet sözlü inanç ve geleneklerimizin ucundan da olsa az bahsettik. Dediğiniz gibi yazılı olarak. Lakin bir kitaba sığacak kadar daha yazmadiklarim da vardır. İnşAllah fırsat bulur onlarida yazar sizin gibi değerli okuyucularimiza sunma hazzını yaşarız.
Behrem 1 Yıl Önce
Eline sağlik hocam rast dibeje mamoste
Behrem 1 Yıl Önce
Raste mamoste seeta we xweş.eline sağlik hocam o eski gunleri bize yeniden hatirladin çok sağolun kelemin tukenmesin inşAllah,hocam bide bakik vardi turkçesi bilmiyorum bide zimank bademcikler şişince kaşikla patlatiyorlardi bi zamet bunlaride anlat sellam ve saygilarimi iletiyorum.