Can Dostlar..!
Biliyorsunuz geçen yazımda sizlerle ilkokul anılarımı, bu çerçevede eski İdil’i hasbihal etmiştik. Bu yazıda, ortaokul anılarımın bir bölümünü paylaşacağım. Tabi olayları hatırlayabildiğim kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Konu ile ilgili olan arkadaşlarım, düzeltme veya katkılarda bulunabilirler.
Anafartalar İlkokulu’ndan mezun olan 5. sınıf şubeleri, İdil Lisesi ile aynı binada bulunan, ortaokul kısmının tek şubesinde toplandık. 1978-1979 Eğitim Öğretim yılındaydık. İdil Lisesi Müdürü Emin İmrağ idi. Müdür Yardımcısı ise Masum Sönmeztürk’tü.
Tabi okulun ilk günü yine bizleri ön tarafta topladılar. İstiklal Marşı okundu. Bizler en baştayız. Daha çocuğuz ama ortaokullu olmanın ağırlığı omuzlarımızdaydı. Sıra ile diğer sınıflar geliyordu. Sabah saat 08.00’de okul başlıyor, 12.00’de öğle arası veriliyor, sonra saat 13.00 veya 13.30’da tekrar okula gelip, bir-iki ders daha işliyorduk.
Okul binasının önünde sırasıyla diğer sınıflar, yani abilerimiz bulunuyordu. Ortaokul 2 ve 3’ler ile Lise 1, 2 ve 3’ler. Tabi en küçükleri bizdik ve dediğim gibi hala çocuktuk. Dolayısıyla bir gır gır, bir şamatadır gidiyordu. Diğer sınıflar nispeten ağır abi pozisyonunda iseler de bizlerden bir uğultu yükseliyordu.
Müdür Bey, sabahları yaptığı konuşmalarda bazen; “Aramıza yeni katılan Ortaokul 1”ler hala çocukluk psikolojisini üzerlerinden atamamışlar, ancak artık büyüdüklerinin farkına varmaları gerekir” diyordu. Saç kontrolü, kravat takılmış mı takılmamış mı diye yapılan denetimler falan, devam ediyordu. Saçlarını tıraş etmeyenler, tren yolu muamelesine tabi oluyorlardı. Kravatsızsan Emin İmrağ’ın bastonundan (Kopal) nasibini alıyordun. Bazen Masum Hoca; “Okula süpürge veya fırça al” şeklinde maddi ceza veriyordu.
Emin İmrağ, Türkçe derslerine, Masum Hoca ise Fen derslerine giriyordu. Daha başka öğretmen mi diye sordunuz? Yanılmıyorsam bu kadardı. İki veya hatırlayamadığım varsa belki üçtü. Ayrıca dışardan Belediye Fen Memuru Sebahattin Tezel Beden Eğitimi derslerine giriyordu. Onun için ilk başlarda haftada sadece Cuma günü okula gidiyorduk. Diğer bütün günlerde derslerimiz boş geçiyordu. Ohhhh ne güzel. Haftada sadece bir gün okula gidip, diğer zamanlarda avarelik yapmaktan ibaretti hayatımız.
Fakat kısa zamanda bu duruma bir çözüm buldular. İlçenin imamlarından Molla Süleyman Eldemir Hocamızı buldular. Başta Türkçe olmak üzere beş dersimize Molla Süleyman girmeye başladı. Böylece tatil günlerimizin sayısı azaldı. Allah kendisinden razı olsun, bizlere bir şeyler kazandırmaya çalışıyordu.
Tabi bahsettiğim yılda, Türkiye 12 Eylül darbesinin öncesini yaşıyordu. Vizontele Tuba filmindeki devrimci gençler bizim İdil’de de mevcuttu. Yanılmıyorsam Lise-3’üncü sınıftaydılar. Tabi bu gençler bizim için abi konumundaydılar. Onlara karşı saygı ve muhabbetimiz bir başkaydı. Hala da öyle. Çünkü İdil’deki mevcut gelenek, bir sonraki neslin kendisinden önceki kuşağa çok saygılı davranması şeklindeydi. Biz onlara saygılı davranıyor, bizden sonrakilerden de saygı bekliyorduk. Örneğin Sabri Kaptan’ın yanında saygısızlık etmek, hiç birimizin haddine değildi. Bilmiyorum hala bu gelenek yaşıyor mu?
12 Eylül olmadan önce, bir gün bu bahsettiğimiz devrimci gençler, bizleri okulun arka tarafında topladılar. Kendilerince küçük bir merasim yapacaklardı. Onlardan biri toplumsal sorunlarla ilgili bir konuşma yaptı. Sonra sol ellerimizi yumruk yapıp, havaya kaldırmamızı istediler. Bize bir yemin içirdiler. Meğerse devrimci yemini ettirmişiz de haberimiz yokmuş. Kendi kendimize; “Bu gün devrimciliğe kaydımızı yaptılar” diye çocukça laflar ediyorduk. Dedim ya çocuktuk işte.
Neyse, iki branş öğretmeni, bir fen memuru ve bir cami hocası ile derslerimize devam ediyorduk. O zaman ilkokulda öğretmenlere; “Öğretmenim”, ortaokul ve lisede “Hocam” diye hitap ediyorduk. Fakat sonra bu hitaplar “Öğretmenim” olarak resmi değiştirildi. Nedenini sorduğumuzda; “Hoca camide olur” şeklinde yanıt alıyorduk. İlk etapta zorlandık ama zorunlu olarak değiştirmek durumundaydık.
Sınıf Başkanımız Mahmut Tekçi idi. Zaten Mahmut diktatör gibi başkanlığı bırakmıyordu. İlkokul, ortaokul ve lisede başkan hep oydu. Belki arada bir başkası da oluyordu ama bu başkanlar hep geçici görev yapıyorlardı.
Arkadaşlarımızdan aldığım destekle, ortaokul üçüncü sınıf mevcudumuzu, okul numaraları ile birlikte aşağıya aktarıyorum.
26-Abdullah Avarbek
150-Ramazan Özalp
151-Mahmut Tekçe (Başkan)
152-Mehmet Nuri Aslan
154-Osman Doğan
155-İhsan İkiz
156-Sadık Bayram
157-Bahattin Yalçın
159-Fatih Şahin
160-Lezgin Özmen
161-Abdullah Saraç
162-Mehmet Emin Özmen
163-Nurettin Kaya
164-İbrahim Bulduk
165-Yılmaz Baydar
166-Yusuf Tongur
167-Mahmut Örnek
168-Şükrü Yağan
170-A.Vahap Kaya
173-A.Hamit Şavur
174-Ahmet Diri
178-Emin Savaş
179-Hasan Bilgiç
180-İsmet Ece
181-Habib Kopkin
183-Mehmet Sevilgen
185-Yusuf Komutgan
187-Şemun Komutgan
188-Cebrail Kanalga
189-Süleyman Karagöl
190-Cercis Kayar
191-Hanna Aytoğan
192-Şemun Kayır
193-Aslan Togan
208-Resul Şahin
172-Şükrü Atça
Derken, 1979-1980 eğitim-öğretim yılında ortaokul ikinci sınıf olduk. Fakat hala “Hababam” gibi bir sınıftık. Gırgır, şamata, kavga, gürültü ne dersen var. Emin İmrağ; “Bu sınıf çocukluk psikolojisinden bir türlü kurtulamadı” diye nutuklar atmaya devam ediyordu.
Fakat o yılın Eylül’ünde çok önemli bir olay oldu. 12 Eylül askeri darbesi yapıldı. Darbe’nin olumsuz etkilerini iliklerimize kadar yaşıyorduk. Bu süreçte olumlu şeyler de olmuyor değildi. Örneğin; İlçemize öğretmen atamaları yapıldı. Serdar Selçuk Kukul (Türkçe-Edebiyat), Haydar Sabancılar (Tarih-Coğrafya), Ali Lif (İngilizce), Sait Dizman (Matematik), Vehbi Kurt (Türkçe) isimli öğretmenler ilk etapta gelenlerdi. Sonra Ali Yıldırım diye bir Matematikçimiz ve Zafer Kartal isimli bir Coğrafya öğretmeni atandı.
Artık bir şeyler öğrenmeye başlıyorduk. Tabi o zamanlar ülkede daha çok sol rüzgârlar estiğinden, gelen öğretmenlerimizin bir kısmı bu rüzgârdan etkilenmişlerdi. Sait Dizman bunlardan birisi idi ve atandığından bir süre sonra onu okulda gözaltına aldılar. Kendisi altı ay gözaltı ve tutukluluk yaşadıktan sonra okula geri geldi. Geldiği gün bizler; “Sait Dizman, Sait Dizman” şeklinde sloganlarla onu karşıladık. Fakat bu sevincimiz pek uzun sürmedi. Tekrar gözaltına alındı ve bir daha İdil’e geri gelmedi. Diğer öğretmenler, velilerden imza toplayıp, tekrar öğretmenliğe dönmesi gerekli müracaatları yaptılarsa da pek faydası olmadı.
Öğretmenimizin izini yıllar sonra halen ikamet ettiğim Konya’da buldum. Birinin elinde bulunan Konya’nın yerel gazetelerin birinde, 12 Eylül ile hesaplaşma konulu bir haberde ismi geçiyordu. Haberden Seydişehir’de yaşadığını öğrendim ve bir komşusu vesilesi ile bir araya geldik. Yaşanan olayı ondan detaylıca öğrendim.
Meğerse Öğretmenimiz, Ortaokul 3. sınıflara ders anlatırken, laf arasında; “1 Mayıs İşçi Bayramından” bahsetmiş. Sınıfta bulunan bir subay kızı, akşam 1 Mayıs’ı babasına sormuş ve bunun İşçi Bayramı olduğunu savunmuş. Baba, kızının bu bilgileri okulda Sait Dizman’dan aldığını öğrenince, okula operasyon yapılmış ve bizim öğretmeni gözaltına almışlar.
Bu davadan beraat eden Öğretmenimiz, daha sonra Seydişehir’deki bazı toplumsal faaliyetlerinden dolayı 1402 sayılı yasa gereği; “Halkı isyana teşvikten” meslekten ihraç edilmiş. 9 yıllık ihraç sonrası bu kez Seydişehir’de görevine başlamış.
İsterseniz yazı uzun ve sıkıcı olmasın. Bir başka yazıda matrak öğrenciliğimize devam edelim.