Büyüklerimizin yani eski insanlar, fılankes hovardadır dediklerini çok duymuş olmalısınız. Çocukluk dönemlerinde duyduğumuz bu kelimeye tam bir anlam veremiyorduk. Kavrayamıyorduk. Ta ki 60 yıllarında, idil merkezinde, Posta hane arkası, rahmetli Kerim Ustanın sahibi olduğu sinema’nın önünde ki meydanda düzenlenen sirk gösterisinde kelimenin iskeletini gördük. Anadolu’dan seyyar olarak gelen, sirk gösterisini yapan; halkın onlara cambaz dedikleri, ayı oynatan, Yenice, Sipahi, Bafra, Sigara paketlerine atılan halkalarla şansını denerlerdi. Birçok şans oyunun oynandığı ve gösterilerin yapıldığı çadır haftalarca İdil’de kalırdı. İşletmecileri Türkçe konuşurlardı.
Geceleri aynı mevkide bulunan, Gebro Topale Pusunç ailesine ait olan derme çatma bir yapı olan Topale Oteli’nde kalıyorlardı. Sabahları yapılan gösteride uzun uzadıya bir tel üstünde ince belli, giydiği dar pantolondan çıkan basenleri ile birlikte poposunu aynı zamanda etrafa sallayan genç bir bayan tel üzerinde yürüyerek gösteri yapıyordu. Yaşlı bir adam bayana eşlik ediyordu. Gösteriye eşlik eden yaşlı adam” Vay dingala dingala, kömür koydum mangala, Ayşe, Fatma dostum var çalkala boncuk çalkala.”Şarkısını söylerken etrafı harekete geçiremiyordu. Kız haberi çalkalıyordu. Ortada ne seyirci nede kimse vardı. Ortalık bom boştu. Buna dayanamayan sirk sahibi olan kadın, vatandaşı gösteriye çekmek için “Yahu bu kıçı kırık olan beldede hovarda, çapkın yok mu? Diye avaz avaz bağırıyordu. Nafile yanlış bir ilçeye gelmişlerdi. Süryaniler değil hovardalık yapmayı, dar pantolon giymiş bir kadını belki ilk defa görüyorlardı.
Geceleri karanlıkta, samanlıkta, ısırarak, el değdikleri kadınlardan farklı idi bu dingala hatun. Kürtler o devirde hasrete düşmüşlerdi idil’de sayları yok gibi idi. Onlardan turşu yapacağım diye arasaydınız iki hırtık bulamazdınız idil çarşısında.
Bu yazımızda geçmiş zamanlardaki idil âlemlerinin iyisiyle, kötüsüyle eski ve yeni arasındaki kıyaslama yapmaya bakacağız. Zordu eskiden…Zamparalık, hovardalık büyük tesadüfler sonunda ortaya çıkardı. Bir güzele rast geleceksin, ona mahzun bakarak dikkatini celp edip ondan küçük bir bakış alacaksın. Çok zordu. Şans yüzde bir sana gülerdi. Sonra zorlu bir takip başlar, yol gözetmeler, beklemeler, bir aksilik çıkmasa yazdığın iki satır notu yere atacaksın, bir daha ki buluşma için şiddetli bir öksürme ile yâda kibrit yakıp ışıkla buluşmaya çağıracaksın. Sokağa geldiğini belli etikten sonra, kızlarda başka bir heyecan başlardı. Aceleyle ayaklarına geçiren plastik ve ya tahta pabuçların çıkardığı sesle kapıya gelirlerdi. Kapının melbenine hafiften sol omzunu Leyla Sayarlık pozla dayar, ağzında çiğnediği sakızı balon yapıp suratımıza patladıktan sonra dışarı çıkan dilini kurban olayım diyen erkeğin sesini sadece karanlık sokaklar duyordu.
Eskilerin aşkları ile buluşmaları, yâda aşk yaşamalarının ne imkânları nede şansları vardı. Aşk yoktu. İnsanlar birbirlerini sevdikleri için evlenmiyorlardı. Ev işlerini görmek için evleniyorlardı. Evlilik kararını örf ve adetler kurumundan çıkan şartlar belirliyordu. Eve etli, butlu bir karı gelsin, gece iş görsün, gündüz davar, seval gütsün yürüyünce arkadan fistanı kalçalarından kaysın, Kürtlerin deyimi ile hestir, tay, at gibi güçlü olsun şartlarını taşıyan bir bayan gelin edilirdi. Evlatlar, anne ve babaların siparişi üzerine evlenirlerdi. Onun için annelerimiz, geçmişi buruk, kaybolmuş hayatlar olarak ararlar. Zamanın içinde sürüklenen parçaları bulup bazen da anlamalar yükleyerek teselli olurlar. 60 senelik evlide olsalar ”Ah kure mın, keça mın, ma ben bu tavlaz, mışkeles, murdal olan adama mı kalmıştım…” diyerek iç dökerler. Geçmiş elini kolay kolay bırakmıyorlardı.
Aşk, Sevda hikayelerinin kimi coşkulu, kimi hüzünlü idi. Ama ortak noktaları ise içlerinde çok büyük bir aşkı, sevgiyi barındırdığından dolayı varlıkları ayrı bir dert, olmayışlarında ayrı bir dertti. mevcut zaman hastalıklardanbir tanaesi denile bilir.
1970 yıllardan sonra Süryani’lerin yoğun, Kürt nüfusunun çok az olduğu İdil’de; Sevda buluşmaları sokakta, damda, okul veya çeşme önlerinde yâda düğünlerde gerçekleşirdi. Buluşmada erkek ceplerinden çıkardığı kuru üzümü, yâda tuzlu karpuz çekirdeklerini elinde ikram ederdi. Bir iki çıtlamadan sonra stres atılır cilvelere başlanırdı. Düğünlerde, Govendeler de el el tutuşup halay çekmek ise evlenmeden önce kavuştuğumuz anlardı. Esmer’in albenisi yoktu. Kızlar fazla esmer olmasınlar diye yüzlerine çamur maskesi yapıyorlardı. Bayan esmer oldu mu talibi çok azdı. Kırışmış erkeklere razı olmak zorundaydı. Sarışının adı esmerin tadı var diyorlardı. Bu söylemin idilde karşılığı yoktu. Renginiz açık gözler ela ise sevenin bol oluyordu.Karacaoğlan “Ela gözlüm ben bu elden gidersem zülfü perişanım kol melül melül” boşuna dememiştir. Güzelin sokağında geçmek bile size moral ve güç veriyordu. Bazı anneler, kızlar bunların farkında olup nazlanırlardı. Evlerinin etrafı neçırvan, çapkınların yol güzergahı oluyordu. Gönül sevdaların ilk adresiydiler.
Erkeklerde, Sümerbank marka kunduralar, saçlar parlasın diye bol bol sürülen briyantin jeller, Süryani Terziler Kerim Kopar, Hanna Kanalga’da diktirilen 4 düğmeli, arkadan körüklü, kapağı yırtmaçlı, parlayan tırgal denilen kumaşlardan diktirilen takım elbiseler hakimiyeti ve özgüveni tamaladıktan sonra aşka hazır olduğu ilan ediyordu. Erkekler beklenen pazarlar iner kız bakarlardı. Rahmetli Tuma Helane’nın kızlarına Mardin’den talipler gelirdi. Damat adayları deneme yöntemi ile testten geçirilirdi. Günün birinde, amcamın akrabası olan Mardinli bir genç damat adayı olarak Tuma amcaya misafir olur. Tuma amca gencin niyetini anlayınca adama enine boyuna bakar söyler: ”Bak kardeşim, niyetini biliyorum. Muradın hasıl olmasını istiyorsan şartımı yerine getireceksin.” Genç kız bakmaya geldiği için tobuklu ayakkabı, takım elbise giymiş gelmiş. Tuma amcanın sorusuna anlamsız baktıktan sonra birlikte evden kalktılar. Tuma amca genci idil’den Cizre’ye giderken bulunan ilk rampaya getirir.Rampadan aşağı indirir.
Tuma amca “ Haydi bakalım bu rampayı ikimiz beraber çıkalım. Benden evel rampayı çıkabilirsen İşin kolaylaşır.” deyince damat adayı şaşırır ve cevap verir.”Amca bu nasıl bir şart böyle.” Tuma amca, bu Hezex ki bir şart der ve yarışa start verir. Rampadan yukarıya doğru tırmanırlar. Damat nefesi kesilince, yarı yolda kalır. Tuma amca yokuşu çıkar.Gence döner Kürtçe “Nohre walahi çıraw çıraw oldun.Gözüm senden damat olmaz.” Genci gönderir. Adam Mardin’e gider çıraw olayını, hezex şartını dostlarına anlatır anlatır durur.
Başka bir damat adayı Hanna çabok. Hanna Çabok aynı mahallede ikamet eden bir sarışına göz koyar. Kızı takibe alır. Kızı ikna etmek için evden çıkış anını kovalar. Bu olayı yaşayan Bayan İsveç’te yaşıyor. Ben kendisine mevzuyu sorunca “Vallahi öyleydi lahdo kardeş” deyince haydi anlat bakalım ablam dedim. Abla” Hayvanların altlarını temizliyordum.Bir ara kapının önünde Hanna geçti. İşime konsatre olmuştum, çalışmaya devam ediyordum. Hannayı takip etmiyordum. Kapıdan görülecek şekilde köşede durmuş. Dikkatimi çekmek için hareketler yapıyordu. Yaptığı harekete dikkat ettim. Yarım kilo madeni bozuk parayı cebine doldurmuş, fiziki olarak o tarafa döndüğümde ceketin cebini iki de bir hış hış hış diye sallayıp duruyor. Bak ben zengim ha.. Havası vermeye çalışıyordu. Kızgın bir şekilde üzerine yürüdüm. Bak dedim her tarafın Parada olsa ne yazar,seni sevmiyorum. Boşuna bana fiyaka yapma lan dedim.
Başka bir aşk serüveni Kerim Mıstık Kopkin şahsen bizim ailece sevdiğimiz, bir arkadaşımızdı. Hayat dolu bir insandı. Yanılmıyorsam mıstık isminİ ya Behnan Rısko Külen abem, ya da amcasının oğlu Miho abem, sevdikleri için Mıstık lakabını vermişlerdi.Tabura yakın olan Mor Gorgis kilisenin karşısındaki evde oturan Süryani bir kıza vurgundu.Kürtlerin deyimi ile, “ Here vere maaşete dah pereye” diyerek sokakta ayakkabı eskiterek gidip geliyordu.
Köpeklerin koku alma duyuları çok güçlüdür. Mahallenin köpekleri onun ruh halini çözmüş olacaklar ki her gittiğinde önünü keserek ulular, havlarlar. Oda hızlı adımlarla uzaklaşmak zorunda kalırdı. Günün birinde bu sahneler tekrar edince Kerim Mıstık kıza hava olsun diyerekten cebine doldurduğu pahalı şekerli leblebileri köpeklere atınca, idil’de hafiye, istihbaratçı olarak görev yapan, sokaklarda işi gereği dolaşan Mıhelmi Turgutkenin dikkatini çeker. Damda yuvarlanan şekerli leblebilere bakarak Arapça “ıbni oğlum Mıstık millet ekmek bulamıyor.Sen köpeklere şekerli leblebi veriyorsun, bu ne iştir. Mıstık “Turgut amca sevgi işidir, sevgi.Bari kız karşılık verse gam yemezdim.Köpeklere afiyet olsun derdim.” Diyerek cevap verdi.
Cizre’nin sosyal hayatında dikiş tutturamayan Cizreli Kürtler idile gelince hovardalık, çapkınlık üslubu değişti. Süryanilerin gelenek ve göreneklerinde olmayan üslubu mahalliler tarafından tasvip edilmiyordu. Hovardalar genelikle kürt ailelerin veya evlerin etrafında dolanıyorlardı. Geceleri evlere kadar gidiyorlardı.
Süryani Cemile Baho Hısnenin evinde kıracı olarak genç Kürt aile oturuyordu. Ev zaman zaman bazı Cizreli şahsiyetlerin uğrak yeri olmuştu. Daha sonra kafaları sarhoş tıknaz boylu iki Süryani şahsiyet biri birinden habersiz evde karşılaşırlar. Biri yarım saat önce eve gitmiş oturuyor. Hayallerine konsatre olmuş beklerken, tahata kapının olmadığı evde, diğeri perde kapıyı kaldırarak eve damlıyor. ikinci gelen, birinci gidenin işini haliyle bozunca, ikisi de sinirli bir şekilde evi terk ediyor.
Birlikte yürürken yolda atışıp dururlar. Birincisi “Ben senden evel gittim. 10 liraya rakı, meze olarak 10 liraya kavun aldım, içtim. Biraz keyiflenelim dedik sen çıt diye ortaya çıktın planlarımı bozdun. Hem masrafa girdim, hem gecem boşuna gitti. Sen nerden çıktın deseler de birbilerine artık fayda etmiyordu. Durum aşikar olmuştu.Neyse bu işi kendi aramızda saklarız dedilerse de ertesi gün gittikleri evin hanımı, gece olanları etrafa anlatıyordu. “Adamlar leş gibi rakı kokuyorlardı.Biri oturuyordu,diğeri geldi, moralleri bozuldu birlikte gittiler.” diye anlatıyordu.
İdilin sosyal hayatında insanlar iletişim halinde iken aşk defterinde güzel hareketlerde bulunurlardı. Bu hareketler idilin kerpiç evlerinin odaları sıcak hale getirirken, daracık sokaklarında çan sesi eşliğinde geçerek kalplerde yerine alarak bugüne kadar geldi. Bizde dile getirirken. Dışardan gelen memurlar çok mütevazi insanlardı. Ali Hoca ve arkadaşları gelenek ve göreneklerimize saygılı bir şekilde bizimle yaşayarak idil’den ayrıldı.
Bizi biz yapan hikayelerin, dağınık parçalarını uç uca ekleyerek kronik sıralama yoluna gitmeden , tekrar tekrar, incelenir, irdelenir, yazılır. Çünkü geçmişten kaçmak pek mümkün olmuyor. İnsan yaşadıklarından ve yaşattıklarından kaça bilir mi? geçmişten kaçılmıyor demi? idilden ayrılıp başka diyarlara da yaşasak ta, başka yerlere gittiğimizde, ayrıldığımız o yerlerden yaşamadığımızı dönemleri söyleyebiliriz. Aksine belki de içindeyken yaşadığımızdan daha çok yaşarız.
Artık içinde olmadığımız o şehri diyari bizim idil misalı gibi geçmiş de gelecek, böyledir biraz aslında. Yaşadığımız yerlerde öne bakarak yürüsek de geçmişin tadını saklı tutan insanlardanız. İpe dizip, biberleri, patlıcanları, kurutuyor, saklıyor, yani kış günlerinde yazı hatırlıyalım diye . İnsanın halindedir en çok hayal nergisleri, çiçekleri öz geçmişimizin, bereketli topraklarında açar. Başka bir yazı da buluşuncaya dek bakalım…
Ben aşk karşısında insanın elli kolu bağlandığına inananlardanım. Aşk bir gönülle düşmeye görsün hal nedir, nicedir bilirim ? Hayatınızın, son baharına yaklaştınız da
Baharınızı yakan, kavuran, aşkın külleri
Hala gönül bahçenizin
Zemininde serili durur….
Şemsi Tebrizi ne diyor?
Ey dıl ey gönül! Şimdi sorarım sana, hangi aşk daha büyüktür?
Anlatılarak dile düşen mi ,?
Anlatılmayıp yürek deşen mi?
Lahdo sağ
Gebro Danho 4 Yıl Önce
Şlomo Lahdo abi.! ilk önce ellerinize sağlık.! gerçekten nostaljik aşklar daha güzeldi.!!!
Musa Emin 4 Yıl Önce
Lahdo abe kalemine sağlık. Yine inceden inceye dokunarak akıyorsun. Malete ava. Cizre'liler yoğurt alırken mutlaka yoğurtçuya bir kaç laf söylerlerdi. Onların maşallahları vardı. Sizin aklınıza nerden geldi çok merak ettim. Hükümet caddesinde kırmızı lojmanların arasında tur atarak sevgilimizi arardık. Aşk güzeldi. Ner neden se aşk hiç eskimiyor. Hep ayakta kalıyor.Biz ölüp gidiyoruz. Aşkı yazdığın için saol. Kendine iyi bak...
Kakur Şükrü 4 Yıl Önce
Lahdo kardeşimiz gene bizi 70 Li yıllara kadar getirmiştir bu Annamlı yazısı icin ellerine sağlık . selam . Şükrü Kakur
Yusuf İlgin 4 Yıl Önce
Vay be aşk... evet aşk güzel bir duygudur.Samimi söylüyorum. İdil kozmopoltik atmosferine aşk çok güzel yakışıyordu.Toprağı bereketliydi, havası güzeldi, insanları sevecen, dert ve keder görmüş insanlardı. İlgiye alakaya ihtiyaçları vardı.Bu temelde insanlar birbirine düşkün oluyordu. Kalemine eline sağlık önemli bir yazı...
İsa Alyagut 4 Yıl Önce
Lahdo Kardeşim ellerine yüreğine sağlık,sen bir Tarihsin eski Toprak. Lahdo‘cuğum bizlere eski İdil yaşantımızı O topraklarda geçirdiğimiz yaşam şeklini muazzam bir şekilde anlatmışsın,ben bu yazdığın bazı bilmediğim olayları zevkle okuyup bir yandan efkarlanıyor öbür yandan kendi kendime tık tık diye gülüyorum. Sevgili kardeşim iyiki varsın yazı‘larına devam ettiğin müddetçe bizlerin İdil‘i ve yaşadığımız anıları unutmak mümkün değildir.Tekrar tekrar sana teşekkür ederim bu yazıyı okuyan herkese sevgi ve selamlarımı sunarım.