‘’ Nerden başlasam’’ nızanım. Bomboş bir sahifeye bakarak defalarca sordum bu suali kendime. Mekale yazmaya girişmemi tek sağlacak ve tüm şüpheleri bir hamlede alıp götürecek o cümleyi, o tek bir kelimeyi, bir nevi anahtarı bulmak zorundayım sanki. Bunlar bazen insana şaşkınlık veriyor.
Bunları yaşayan ben miyim gerçekten? Hayal gücünüz,insanın toplumdan soğuma hissiniz, insanın içinde büyüyen gel vaz geç, ne için uğraşıyosun? kendi kendimi sorgularken, bir dehşet solar gibi içinde. Böylesi bir çıkmazın içinde iken, diğer cenahta, temsil ettiğin insanlara, topluluğa karşı bir zorunluluk mesüliyeti üzerime çöküyor. Bu mesüliyetin karşılığını, bazen çok uzaklarda arıyorum. Bence buna gerek yok. Anında belirliveriyor. Veriler sanki boşuna, karavanaya kaşık sallama hissi bütün beraklığı ve kuvetiyle, çürütülmez bir his gibi çöküyor üzerinize. Seneler evel halkımın, uğradığı haksılıklarına karşı, intikamlı yazılar yazacağımı aklımın ucuna bile gelmezken, süreçler, olaylar, bizi bu noktaya getirip, bu yarışın içinde kendimizi bulduk adeta. Dayılarım, İdil Süryanileri arasında, yazan ve vıcdanı yönünde davranmanın üstünde insan tanımıyorum.
1960 yıllarında İdil'de Belediye Başkanlığını yapan Efrem Poşluk'un, boğazından haram lokma geçtiğini hiç bir tarihçi yazamaz. insanda şahit olamaz. Büyük süprizler olmasa, gelecek yazımda, Süryanilerin, başkana karşı düzenledikleri bebahtlık, komplolar sonucu idil'den ayrılma mecburiyetinde kalmasının perde arkasını yazacağm. Bu konudaki arştırmalarım devam ediyor.
Bu aziz şahsiyetler, benim için bir kültür hazinesi ve bilgi küpüdür. O devirde, bütün İdil'de aziz annemin haricinde Türkçe konuşan bayan yoktu. Biz 1969, 1970'li yıllarada İstanbul'a gitmemin Annemin Türkçe öğrenmesine büyük katkısı olmuştu.Ufkumuzun gelişmesine vesile oldu. Ah ah yade, anne sana doyamadan öldün.Bu beni kemiriyor. Bunlardan etkilenerek, bizler mahalli olarak yazı yazma hevesimiz gelişti.
1980'den 1990'lı yıllara kadar Avrupa'da yayın yapan Kolo Suryoyo TV, Bahro Suryoyo TV, Süryani Dergilerinde sayısızca mekallelerim yayınlandı.Kültür savaşı,Aykoyo Hazach, Sükse yapan yazılardı. Başka yazılarımıda say arkasında gitsin. Kafası basan bütün idil'iler.bu gerçeği.biliyor. Öğrenmek isteyenler bu bilgiye ulaşabilirler.
Yazılarımda karekterimi yansıtmaya gayret ettim.Dürüst davranarak, doğru bilgi aktarmaya çalıştım. Bu günün modası olan, yalakalık yapıp, dört yüzlü davranarak, eğri çizgide olmadım.Olanlara karşı arayı açtım, onlardan uzaklaştım, yalnız kaldım. Rahat ettim. Üstümdeki fazla yükü indirmiş oldum. Buna karşı çoğunluk olan idil Süryanisinin umursamazlığı, hal ve hareketleri, aksanları yüzünden içimde hafiften bir soğuma, nefret duyguları selleri esmeye başladığını görüyorum. Halbuki bu topluluğun, Türkçe yazan, belki son temsilcisi olanlardanım. Yani yazı yazmanın, faydasız, gereksiz olduğu hisslerine kapılıyorum. Böylesi hazin, ama gerçeklerle yüz yüze ile baş başayız. Hani şairin deyimi ile "Ne senden geçerim, Ne meyhaneden, gönlümü korkutun bu viraneden " misalini doğrular durumdayım. Bütün bunların uğraşını verirken, kişisel başarıların peşinde olmadan, idil'deki Süryaninin maruz kaldığı onca aşağılama hareketi nasıl biraz yazılsın telafisi olsun çabası vardı. Hiç bir karşılık beklemeden bu soruyu kendime hiç sormadım. Halbuki bu yarışı bırakacak bir kaç neden bahanem vardı. olmasına rağmen yapamadım. Durdum, kaldım.
Eski idilin tarihi hafızalarını yazıyordum. Makelelerimi binlerce kürt aydın okurlarıyla buluşturuyordum. İdil'in çarsısında, sokalarında kaybolmuş, unutulmuş Süryani kültür hafızasını yeniden geri çağırıyordum. Yazılar yazarak paylaşıyordum. İdil'e her gitiğimden müşterek otorulan yerlerde, Yasin Melke Nise diyarında, sevgi ve saygı ile karşılanıp kabul görüyordum. Yani kürt gençleri yazılanlara meraklıydı. Duymadıkları bilmedikleri İdil'in tarihi vakalarını benden öğrenmeye iştahlı olduklarını görüyordum. "Kadir zane" idiler. Yazı yazma sorumluğumu ateşliyordu iştahımı kabartıyordu. Yazılar yazmaya devam ediyordum.
Yazdıklarımın bir kayanaka dayandığını inanıyor ve biliniyordu, bu temelde yazılarım okunuyordu. Güvenilir kılınırken, yazı stilimiz anlamında dik, ruhunda özgürlük, biraz kural tanımaz kimliğili okurlarıyla buluşurken, eleştirel yönü kuvvetli, biraz da intikamcı bir çizgide yürürken, taraf olan yanları yok değildi. Taraf yanımız aydın zümre için sorun teşkil etmiyordu. Bunun dışında tutmayı ,anlamsız buluyordum .Toplumsal yaralara deva olmak amacıyla, ışıklı geçiş yollarında kulandım yazıyı. Yazının bir derdi amacı olmalı diye düşündüm. Sınırlamadım kendimi, duygumu, duygusalığımı idil sokaklarında göz yaşlarımla ödedim.Toprağımızın gerceği olan Ezidisini, Kürdünü, daha ileri giderek uzaklarda olan ama İdil'in toplumsal yapısında emeği olmuş, görev yapmış değerli Alevi şahsiyetleri gündemde tutum.
Yazılarımda aşık olduğum kürt ata sözlerini işleyerek cümlelerime kuvvet verdim. Büyük has alıyordum. Geniş bir okur yelpazasine hitap etmeyi ilke edinmiştim.Amacımada ulaştım. Halkların kardeşliğine inanıyordum . Lüban'lı Süryani şaiir Cebran Halil'in " Din le Allah , el vatan lel kull." Bütün "Dinler Allahın, vatanımız herkesin" şiir dörtlüğü rehber olmuştu bana.Yazılarım Avrupa'daki idil'li Süryani'nin hafızasını uykudan uyandırmaya yetmiyordu. Kalbine kan vermeye zorlanıyordu. Yazıya ilgisiz kalıyorlardı, beğenilerini alamıyordum. Gereçelerinin temelinde, kıskançlık, ulusal bilinçlerinin imha olmuş olmasından kaynaklanıyordu. Gömülen sesizlık, aslında bir nevi teslimiyet çizgisi idi.İdil'in bütün kartlarını ellerinden almıştım. Benim olduğum ortamlarda düdükleri ötmüyordu. Yetersiz olduklarının üstünde ben ulu ortamda yazılar yazarak iş yapıyordum. Bu onların yapamayacağı bir iştti. Bu sebepten dolayı, beni beğenmemeleri normal karşılıyordum. Gerisi beni fazla ilgilendirmiyordu. Ozan şaiir Seyran’inin deyimi ile " Bunlar evde saçlarını, balta ile tıraş etirir, gider berberde dukkan beğenmezler."
Bunlara rağmen, halkımızı seviyorduk. Toplumsal bilincimiz temelinde onlara karşı gömleğimizin düğmesini yanlış ,İliklemedik. Toplumsal değerlerimizi ve halkımızı hep önde tuttuk. ‘’Müşterisiz meta ‘ zayidir." Gerçeğini unutmadan ona göre davranıyorduk. Bu blinçle Mekalelerimizi yazarken, kucaklayan, omuzlayan , değerli şahsiyetler, olduğu kadar,İlgisiz kalanların sayısı toplumun çoğunlukta olan kısmını temsil ediyordu. Kör bir zihniyet, iflah olmayan, sorumsuz, duyarsızlık toplumun gerilmesinin en önemli ,sebebilerden biri olarak görünüyordu. Duyarsızlık o toplumun başına gelen, en kötü şeylerden biridir. İnsanlar duyarsızlığından dolayı kötüler.Tırşıkçidirler. Cahildirler. Bu davranışlarından dolayı,dini rant aracı olarak kulananlar daha güçlü hale geliyor.Onlara tepkiler olmuyordu.
Güçlendiklerini fark edenler, kendi kendilerine vazifeler çıkartıyorlar. Demirel'in deyimi ile "Beş tane kazı gütme kabiliyeti olmıyanlar, hitapçı, nutukçu, ferman tariçileri kesiliyor.En iyi Tarih, siz çok kötü hitapçıların eline verilirse, o iyi tarih kötü tarih olmaya mahkumdur.Hamuru fırıncıya vereceksin, kasaba değil."
madem bu kadar tarihi bilginiz var. Ortaya çıkın.Çekinmeyin.Sizde yazın.Bizler gibi yazarak toplumla iletişime geçin. Muhataplarınıza anlatında görelim. Geri bildirimler sizin tartınız olacak. Kilolarınızı görünce yüreğiniz dayanacak mı bakalım. "Öyle kendin pişir kendin ye, Sala babam salla " söylemlerle bir yere varılmaz. Bunlar halk için yazmamış, bir tahtaya çivi çakmamış insanlar. İşleri güçleri eliştirmek,çaktırmadan yapılan başarılı işlerin gölgesinde oturmaktır. Oturmanıza izin vermeyiz. Başkanlık yapmamış, toplumsal konumu olmamış, temelinde,aile,aşiret bağnazlığına bürünmüş, kuru kalabalık telalcılarıdır.
Bunları dinleyen Toplum ise başka bir facia. Kulak üstüne yatmış mışıl mışıl uyuyorlar. Değil kötü konuşma üzerinde, kamyon geçse duymayacak gibiler. Avrupa'daki Süryani toplumu arasında şöyle bir algı oluşmuş. " İcrat yok, ıcrat yanlışa tepki yok." İdil'li Süryaniler, en iş görmez, en pasif, kulak üstüne yatmış uyuyorlar.İçine kapanmış, faydasız, durgun her şeye ilgisiz tükenme noktasındalar. Hiç bir depremin sarsıntısı bile onları uyandıramaz.
Duyarsızlık duygusunun hakim olduğu bir toplumda, huzur ve mutluluğun hüküm sürmesi, mümkün değildir.Toplumun çatlaklarını, kartondan düzmece kahramanlıklarla örtmeye, bastırmaya çalışmak çözüm değildir. Haksız yere bir mekanı işgal etmeye benzer. Buradan kendilerine ekmek çıkmaz. İnsanlar sağa sola baksın.Hazach halkına, kimler canla, başla geniş bir alanlarda sosyal medyada sahip çıkıyor, Süryanilerin toplumsal değerlini savunuyor? yılmıyan bir nefer gibi yazıyor. Ona bakmalıyız. Bunları söylemenin zamanı geldi, geçiyor. Bunların başında, Ferit Sabro Yusuko geliyor. Medyada binlerce takipçisi olan İdil'li bir değeridir.Kiymetlidir. Bazıları duymak istemezsede bu böyledir. Ne yapalım.?
İnternet ortamında etrafla mücadelle edenlerin başında Cemil Buğday, Gebro Güven, Gorgis Bilen, Gebro Göktaş, Sleman Konaç yazdıkları ile kişisel çabalarını serdikleri için kendilerini takdir ediyoruz. Gerçeklerden yana tavırımızı koyalım, bu bizleri dahada güçlendirecektir.
Bir kaç hafta evel idilhaber editörü Abdurrahman Baranı'ın yazdığı makelenin altına Begi Kayar bir yorum yazmıştı. İdil'de her Süryanilerin tanıdığı Begi Kayar bu yorumda geçmişte yaşamış bir duruma isyan ediyordu. Veryansın ediyordu. Gençlğim çalındı, insanın kanını donduracak ideaları yorumda dile getirmişti. Süryani toplumundan olumlu veya olumsuz bir ses çıkmıyordu.Neden? Begi'nin cesarti onlarda yoktuda ondan. Bunlar eğerki babalarımızın yaşadığı dönemlerde İdil'de ortaya çıkmış olsaydı.Bu durumu kimse kabul etmezdi. Etrafta kan akardı.
Yaşamışlları ruhun deriniklerinde gizlemiş, hiç kimseye anlatmamış. Şimdi çıkmış bize anlatıyor. Neden şimdi dememek lazım. Siz dışarda esen sert rüzgarı bir odaya koyup kapıyı kapatamazsınız. Bu olayı bir iki senedir bir çoğu ailece biliyor. Begi herkesin kapısını çaldı. Onlardan destek aradı. Yüzüne kimse kapıyı açmadı. Ailenin iki tarafı bu işin halı altında kalmasından yana tavır sergilediler. Temelde iki ailede mütedeyin, evlerinde kahinler, geleneğinden geliyordu. Onun için inanmak,İstemiyorlardı. Bizi ilgilendiren durum ise mevzunun idilhabere sığınmış olmasıydı. Biz olaya, havagazı diyemiyeceğiz. İki ailede büyük yanlışlara girdi.Haberleri oldukları an, İki tarafı bir araya getirip yüzleştirmeleri gerekirdi. Bunu yapamadılar. Artık ok yaydan çıkmıştır.
Ne oldu böyle? bazıları bizleri aradı. Soruyor Begi ile ilgili yazılanlar, doğrumu diye. Vallahi, biz rötgencilik yapmadık. onlara söylediklerimi burada yazayım. Durumu özetlemeye, Urfalılardan aldığım iki deyimle açıklamaya çalışayım. "Güle mathat ne hacet ne çiçek bilirem.İte mathat ne hacet ne köpektir bilirim."
Bura da karşılıklı bir rızalık olduğu gerçeğini bilenlerdeniz, ama bu lanet İnsanın, İdil Sokaklarında dile getiren idealarla ilgilli dosyası bir hayli kabarık, satılık döşek hikayesini, şimdilik saklıyalım. Eskiler şunu söylerdi. Bazı şeyler "Jı hnare kabahate Jı hınare adete." Bazı davranışlar bazı insanlara kabahat olur, bazılarınada adet olurmuş, bremen. Yazımızı bunlarla boğdurmıyalım.
Ne demiştik, düşünce üreten kadrolar toplumda öne çıkmalı. Toplumu daha ileri noktalara taşıyabilen, kendisini bilgi yükü ile taşıyabilen, geçmişte toplumda hizmet edenler unutulmamalı. Anılmalı takdir edilmeli, bunlar bir daha geri gelmezler. Toplumsal değerleri bilinmeli. Geçmişte İdil'de Süryaniler arasında Belediye Başkanı Ebuzeyt Çevrim vardı.Saf, temiz kalpliği ile bilinirdi. Toplumsal bilinci olan bu şahsiyeti artık geri getiremiyoruz. Zamanında ödülendirmedik böyle değerli şahsiyetleri.
Rahmetli Yaşar Kemal'a sormuşlar " Hocam siz öldükten sonra insanlar ardınızdan çok methiyeler dizecekler, güzel şeyler söyleyecekler." Yaşar Kemal vallahi ben öldükten sonra bunları söylemelerine gerek yoktur. Çünkü ben bu güzel sözleri duymayacağım. söyleyeceklerse ben hayata iken söylesinler bu güzel sözleri demiş. Ne güzel söylemiş demi? aynen öyledir. Bizim yazdığımız yazıları binlerce insan okuyor, beğeni sunuyorlar. Peki bizim bu Hazach Süryani toplumu üzerinde,bir insani hakkımız yok mu? Toplumsal sorumluğumuzu yerine getirirken, sağken kimse çıkıp bizi desteklemedi. Teşekkür etmedi.Güzel bir söz duymadık. Madem bu kadar yazı yazdın gel, çık topluma, gençlerle bir araya gel söyleşi yap. Yaşadıklarını anlat, nasihatlarda bulun, diyen hiç kimsden bir teklif almadım.
Bu kimlerin aybıdır ? Toplumsal bilinci gelişmemiş, duygusuz olanların, gelişmeye kapalı toplumların aybıdır. Biz edebimizden dolayı bu güne dek hep sustuk. Bu edebi kıt olmıyanlara karşı kullandık. Bilmiyenler için Avrupa'da Hazach internetnatıonal ismi altında spor kulübü kurduk. Bünyesinde Spor müsabakalar düzenledik, 17 sene kulübe başkanlığı yaptım. Arkadaşlarla birlikte gece gündüz Avrupa ülkelerinde çalıştık. Binlerce markı cebimden harcadım.14 sefer futbol dalında Avrupa'da birincilik kupalarını alınmasına vesile oldum. Avrupa kıtasında Süryanilere STK dalında öncülük ettik. Avrupa'nın sosyal yapısında önemli bir iştir. Bu işi başardık yıllara taşıdık.
Yoruldum, bıraktım. Biz den sonra yönetimi devir alanlar, arabanın benzini bitince arabayı duvara tosladılar. Yani yüretiemediler. Utanmadılar. Futbol turnuvalarını geceleri yaptılar. Bize iki pulluk bir davatiyeyi çok gördüler. Dağıtılar koca 17 senelik emeğimizi ... beni okuyan kitleye saygılı olduğumdan dolayı gerektiğinden, fazla mütevazi oluyoruz gibi bana geliyor.
Bütün bunları yaparken iki tane iş yerinin sorumluluğu bendeydi. Sosyal hayatım yoğun olmasına rağmen, azimli olarak okuyucumuza keyifli, öğretici, eğlendirici, sinir uclarına dokunan, bazen okuyucuya bu kadarde değil dedirten yazılar, yazdım.En ilginç tarafı ise bazı yazıların ardından idilhaber editörü Abdurrahman kardeşimin yazı nasıl gidiyor sualime karşı "Abe tepkiler ve baskı altındayım." İtirafı beni hem düşündürüyordu. Hemde bazen üzüyordu. Ama her şeye rağmen imkanlar dahilinde yazılara omuz veriyor, yazının zenginlikleri korunarak yazmaya devam ediyorduk.
Seneler eve,l İdilhaber ile tanışmamıza vesile olan gücünü her zaman sırtımdan alan, yanımda olan kardeşim Ferit Sağ'a verdiğimiz bir söz vardı. Halkımıza hainlik yapmıyacağız. Sayın Abdurrahman kardeşle tanıştırdı. Okul arkadaşlikları vardı.Sayın Baran, İdil'in 1970 yılların hafızasından kalma çok şeylere tanık ve sosyal yaşımına şahit olduğundan dolayı yazdıklarımızın bir gazelden ibaret olmadığını biliyordu.
Bağnaz zihniyet bizi teslim alamıyordu yazılarımız, yayınlanıyor, sonra yayından alınıyor gece yayınlanıyordu. Sabah kaldırılıyordu. Örneğin sayın Şeyh Seyda yazısının başına gelenleri biz ikimiz biliyoruz. Bu yazıdan, kendilerine vazife çıkaran insanlar amacına ulaşamıyordu.
İdil'deki aklı selim, olan insanlar hem babamızı hem bizi tanıyordu. Ahdımız var bu zihniyetleri fılehhe be akıl olanların, sırtlarından indireceğiz. Bütün buna karşılık destek, telefonları aldım. Sleman Bayru'nun madi manevi desteğini, Yasin Avşin ve arkadaşları gibi çok değerli insanlar bizleri motive ediyordu. Geri adım atılmaması havası yaygındı.
Süryani hafızasını baskılanan hafızada bulunan ve hakkında konuşulmıyanlara dalmak cesaretini veriyordu. Bütün amacımız avrupadaki Süryani hafıza, yörüngesini idile doğru çevirmekti. Işık tutmaktı hem içinde, hem dışında var olan köklerine mesafeler koyan nedenlerini bulma arama, bunları anlamak İçin yazılar yazmak lazımdı.Bunları yazarken beyzabday idil'in piri hafizası, Önderi, bütün yaşantısı boyunca, mutluluğa uzaktan bakan onunla komşu olan, öz dayım Mıhayel Hannuşun, albert camustan aldığı bizmle paylaştığı,(evet ile hayır ) arasında tembihli sözler benliğimde yer yapmış git gel yapsakta, ‘’ben demeye devam etmem gerekliliğine götürüyor bizi. Hayat hikayemi anlatmak ve ya kendimi hayatın , sırlarında azede uğruna değil, yaşanmış bir durumun, vakaların, bir şifrelerini bulmayı amaçlıyordu. Şimdi geri dönüp baktığımda sözümü, yerine getirip getirmediğimi söyliyemem. Bu kılam öz söz söyleme sahibine, sahip olma adına ödünler vermeden sessiz olan ölümlere razı oldular. Bunlardan bize miras kalanlar yazılarımda bana yoldaşlık eder.
İsveç, İsviçre, Almanya' daki idil kökenli Süryani yorumcular sesime ses vererek sesimizin kalıcı kılmak için var oluşa destekli direniş,haksızlıklarına değiştirme dahil olmak üzere Avrupa'da da olsa varoluş şekillerine erişme yollarını, bizmle beraber omuz omuza ses getiren sesler topluğun arasında, bir yer kazanabilecek gücü ve öfkeyi edindim. Yazılarlarla idildeki haksız, hukuksuz, yere arazilerimizi gazp eden, leşlere konan karga şahsiyetli, ruhlarlarla mucadelimizde taraflı olmaya ilke edineceğiz. Arada bir idilde, olmaya bakacak, görünmez bir Süryani olmaktan, görünür olmak rollünü üstelenmeye bakacağız.
İdil'deki,Süryani kültürel traşlanmasına, gücümüz yettği kadar karşı duracağız. Haramzade, kalpazan zihniyetine eş duran, bizce malum, bilinen mütahit ve yardmcısı ,arasındaki hikayesi biz süryanilere, uygun gibi duruyor.Hikaye şöyle başlıyor.Evi ele geçirmeye çalışan yardımcısı ile Alzheimer hastalığına yakalanan mutahit patronu dün idil'e gelip Süryani ekmeğine suyu üstünde büyüyenler bu gün hastalıklı Süryani dramından nemalanıyor, palaznanııyor. Gerçeğimiz, hikayemiz can dostlar anlamak isteyen, anlamıştır gerisi ne muhü’me askeri tabirle karavanadır.
Fıllehe be akıl olanları derin uykudan , uyandıracağız hakkaniyeti içeren, yazıları yazarak onurlu vıcdanlı dostlarla dayanışmaları güçlendireceğiz .Haksızlıkları, yağmalamayı, kendilerine meslek edinenler, ön isimlerinde,Hacı Hassüne de olsa teşhir edeceğiz. Bedelleri ne olursa olsun. Herkesin bildği bir deyimi tekrarlıyayım. " Demirden korkan trene binmez."
Şırnak'tan, İdil'e kadar devletin en yüksek mercilerine, İdil'deki hakszılıklar yumağını arz edeceğiz. Bir hafta evel lahdo bey meraklanmayın hiç bir Süryani vatandaşımızın, haksızlıklara maruzunu tehamülümüz sıfırdır. Mesajı bizi yüreklendirıyordu. Bize düşen " Tanrı sizleri var etsin efendim. " oldu. Bu yazıda belki kendimden fazla bahsetim. Gerekli olduğuna inanıyorum .
Başta Turabdin bölgesi olmak üzere Süryanilerin, Ermenilerin, Rumların, kurtarıcı mesihin, kürtlerin deyimi ile İsa'ye nurani bayramlarını kutlarım.
İdil'li acısıyla, sıkıntılarıyla seven, onları baş tacı eden, nesilden, genaratıondan geliyoruz. Tutku ile bağlı olduğumuz, bu beldemize ayrı bir kiymet, kazandırma emelimiz, intikam için yazı yazma ile devam eden , bir sonraki, durağımızı şimdilik bilmiyoruz. Geçmişin o havasız,daracık kahvelerde, dib dibe, oturarak, çay demlenen, vakit öldürmenin hakkını veren, insanların, sahicilik, hikayelerini, olaylarını, başka bir yazıda deyinip, şaiire dönelim .
Şu kanlı zalimim ettiği işler,
Garip bülbül gibi zar eyler beni,
Yağmur gibi yağıyor başıma taşlar,
Dostun bir fiskesi yaralar beni,
Bin kez kırdılar dallarımızı, bin kez budadılar bizi.
Yine çiçekteyiz, yine meyvedeyiz.... lahuud