Annesinin doğal bitkilerden elde ettiği kök boyayla bacalara çizdiği desenlerden etkilenerek resme merak salan Memik Kibarkaya, kendisine has bir teknikle çizdiği resimleri “Benim sanatım parmaklarımın izinde” diyerek anlattı.
Maraş’ın Pazarcık ilçesinde 7 yaşından 17 yaşına kadar çobanlık yapan Memik Kibarkaya, bu dönemde keçi ve oğlakların resimlerini çamurla kayalara işleyerek resme merak sarıyor. Zamanla doğada bulduğu malzemelerle yine doğayı resmeden Kibarkaya, çok sevdiği köpeğini kuduz hastalığından kaybedince, veterinerlik okumaya karar verir. Elazığ Fırat Üniversitesi’nden mezun olan Kibarkaya, uzun yıllar bu işi yaptı.
Çobanlık ve veterinerlik yaptığı süreçte doğayı daha iyi gözlemleme ve tanıma fırsatı bulan Kibarkaya’nın resme olan tutkusu gün geçtikçe büyüdü. Bugün yaşadığı Ankara’nın Batıkent ilçesindeki evinin 9 metrekarelik bir odasını atölyeye çevirip, resim yapmayı sürdüren Kibarkaya, şimdiye kadar 70’e yakın sergiye imza attı.
ANNESİNDEN ETKİLENDİ
Resme olan ilgilinin annesinin evlerinin toprak damını sıvadıktan sonra, topladığı doğal bitkilerden elde ettiği kök boyayla baca kenarlarına desenler yapmasıyla başladığını anlatan Kibarkaya, resimleri tıpkı annesi gibi yağlı boya, guaj ya da pastel boya kullanmadan kendi yöntemlerimle yaptığını dile getirdi.
Pastel boyaları meyve bıçağıyla kıyıp, üstüne kendi bulduğu kimyasal bir suyu ekleyerek çamura benzettiği boyayı kullandığını anlatan Kibarkaya, bu boyayı da fırça ile değil, parmak uçlarıyla resim kağıdına işlediğini belirtti.
TUVAL VE FIRÇA YOK
Kendisi gibi tuval ve fırça kullanmadan resim yapan başka kimse olmadığını söyleyen Kibarkaya, “Benim sanatım parmaklarımın izinde” dedi. Veterinerlik yaptığı dönemde Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında birçok insan tanıyıp, onların yüzlerindeki çizgilerden etkilenerek portreler çizmeye başlayan Kibarkaya’nın yolu bir gün Fikret Otyam ile kesişir.
Kibarkaya, hayatının rotasını bütünüyle resme çeviren bu kesişmeyi şöyle anlattı: “Fikret Otyam bir resim sergisi açmıştı. Kendisiyle tanıştım. Sonra Fikret Bey’e resimlerimi gösterdim ve çok beğendi. Bana derhal yaptığım işi bırakıp, resim yapmaya devam etmem gerektiğini söylemişti. Beni çok etkileyen bir sözü olmuştu: ‘Bütün rütbelerini, cüppelerini çıkar ve sadece resimleri giyin.’ Bu sözün ardından emekliliğimi istedim ve 3 gün içinde emekli oldum. Resim sanatını kâr gütmeden yapıyorum.”
ÊZIDÎ KADININ TABLOSU
Kibarkaya’nın resmettiği görüntüler arasında Şengal Katilamı’ndan kucağında kaçan bir Êzidî kadının tablosu da var. Sanatta bir yerin dokunması, bir başka tabirle "vurması" gerektiğini söyleyen Kibarkaya, bir sanatçıda mutlaka olması gerektiğini vurguladığı duyarlılığı, “Êzidî kadının yüzündeki ifadeyi resmederken hep şunu düşündüm, bu resmi ben yapmadım. Orada o savaşı çıkaran kapitalist ülkeler yaptı. Oradaki insanların gözyaşlarıyla tanklarına yakıt yaptılar. Bu sanatçının duyarlılığından gelir, sanatçı duyarlı olması gerekendir. Çünkü duyarlı olduğu kadar üretir. Sanatçı özgür olmalıdır. Sanatçı bir ışıktır, düşünendir. Sanatçının her türlü kötülüğün karşısında olması gerekir. Sanatçı savaşa da karşı olmalı” sözleriyle ifade etti.
MÜZEYE BAĞIŞ
Sanatçıların ürünlerini sergileyebilmesi içim ülkedeki müzelerin çoğaltılması gerektiğini de söyleyen Kibarkaya, “‘Yeraltında kalan pırlanta taştır, yeryüzüne çıkınca elmastır’ diye bir söz vardır, depom resimlerimle dolu. Benim taşlarım da onlar ama maalesef orada çürüyor hepsi. Hiçbir kâr gütmüyorum, hatta bütün eserlerimi müze yapılması üzerine bağışta bulunmak istiyorum” dedi.